16.02.2022

SIRBİSTAN GEZİ NOTLARI

 


 


Tuna ve Sava Nehirlerinin birbirine karıştığı topraklar üzerine kurulu güzel Belgrad’dan sevgiler…

1.5 saatlik uçuşla ulaşabileceğiniz, Türklere vizesiz, aşı ya da PCR kartının yeterli olduğu, kendi para birimlerini kullanıyor olmaları sebebiyle euro ve dolar karşısında hala avantajlı gezebileceğiniz bir destinasyon Sırbistan.

“İlk yurtdışı deneyimi nereye olsun” diye soranlar hem yakın coğrafya olması hem de yemek kültürünün benzerliği sebebiyle tercih edebilir.

Belgrad, sokaklarında kaybolmak, 1800’lü yıllardan kalan binaların arasında yürümek ve fotoğraf çekmek için çok keyifli bir şehir.

Üç tam gün geçirdiğim Sırbistan’da, iki gün Belgrad’ı, bir gün ise Novi Sad’ı gezdim. Müzelere ekstra vakit ayırmak isterseniz +1 gün daha gezinize ekleyebilirsiniz.





Belgrad’da konaklamak için birçok seçenek mevcut. Benim tek kriterim temiz ve ucuz olması. Merkeze yakın olan yerleri yüksek fiyat sebebiyle tercih edemiyorum. Artan kurlar ile beraber bir geziyi en uygun fiyata mal etmek oldukça önemli benim için. Bu yüzden yazılarımda genellikle konaklama kısmına pek değinmiyorum çünkü biliyorum ki tercih ve beklentiler çok farklı. Beni oldukça tatmin eden bir lokasyon sizi hiç memnun etmeyebilir. Yeri ‘booking’ üzerinden fiyat kriterine öncelik vererek, hotel ya da hostel için verilen puan ve yorumlara bakarak seçiyorum. Pahalı bir Avrupa ülkesindeysem kahvaltı dahil seçenekler daha makul olabiliyor ancak Sırbistan gibi kendi para birimini kullanan ve daha ekonomik harcamalar yapabileceğiniz ülkelerde bu çok önemli bir seçenek olmuyor. Belgrad’da bir ailenin girişi kendi evlerinden bağımsız bir odasında konakladım. Yeni şehir bölgesinde sayılan odam, Kale Meydan’a bir köprü mesafesindeydi. Zaten Belgrad toplu taşımaya çokta ihtiyaç duymadan gezilecek noktaların birbirine yaklaşık yarımşar saat uzaklıkta olduğu bir şehir. Hem bir ülke en iyi yürüyerek gezilmiyor muydu?

 

Alana indiğinizde merkeze gelmek için hem otobüs hem de taksi seçeneğiniz var. Otobüsler sizi 150 dinara (yaklaşık 15-20 tl) götürüyor. Taksi tercih edecekseniz tabelasında ‘pink’ yazanlar çok daha ekonomik fiyatlara götürüyor.

Havaalanında ilk gün ulaşım ihtiyacınızı çözecek kadar döviz bozdurun. Merkezdeki ofisler her zaman daha iyi rakamlar verir. Alanda hem klasik ‘exchange office’ hem de atm benzeri döviz makineleri var.

 

BELGRAD 1. GÜN :





İlk gün kahvaltıyı odada kendi imkanlarım ile yapıyorum. Henüz şehri tanımadığım için bişiler atıştırarak çıkma fikri mantıklı geliyor. Kaldığım odanın bir 100 metre ilerisi Tuna Nehri kenarında devam eden kocaman bir park ve bu park bir köprü ile ‘Eski Şehir’ bölgesine bağlanıyor.




                                                                      KALEMEGDAN


1800’lü yıllardan kalan binalar arasından yürüyerek Kale Meydan’a ulaşıyorum. Adını Osmanlı döneminde alan bölge şehrin kalbinin de attığı yer. Yürüyüş yapanlar, köpeklerini gezdirenler, benim gibi turistler günün ilk saatlerinden itibaren burada. Kale Meydan aslında kocaman bir park. Surlardan Tuna ve Sava’nın buluştuğu o şiir gibi noktayı da izleme şansınız var.





                                                                  KNEZ MIHAILOVA

Kaleden Knez Mihailova’ya doğru yürüyorum. Her ülkede olduğu gibi burada da İstiklal’e benzetilen cadde burası. Sağlı sollu dükkanların çevrelediği cadde günün her saati hareketli. Yolun sonu Cumhuriyet Meydanı’na çıkıyor. Ulusal Müze bu meydanda.




                                                             NIKOLA TESLA MÜZESİ

İlk gün planımda Nikola Tesla Müzesi var. Kendisi benim için gelmiş geçmiş en büyük bilim insanı olması sebebiyle aslında bu geziyi de gerçekleştirme ve burada bulunma sebebim.




Müze giriş ücreti 800 Sırp Dinarı. Döviz ya da kart geçerli değil. Sinevizyon da Türkçe altyazı seçeneği var lakin yapılan sunum ve deneyler İngilizce.





Müze içinde Tesla’nın birçok buluşunun maketini görebiliyor, hatta elektrik üzerine yaptığı bazı deneyleri de minik bir show ile tecrübe edebiliyorsunuz. Bilim insanının kullandığı bazı özel eşya ve kıyafetleri de yine müze de sergileniyor. Müzenin en son odasında ise Nikola Tesla’nın külleri var.




                                                                TESLA'NIN KÜLLERİ

Müzeden ruhumu doyurmuş olarak ayrılıyorum. Sıra karnımda. Yönümü Belgrad denince mutlaka uğranması gereken Lorenzo&Kakalamba’ya çeviriyorum. Akşam yemeği için rezervasyon isteyen restoranda öğle saatlerinde yer ile ilgili bir sıkıntı yaşamıyorum. Mekan başlı başına her köşesiyle fotoğraflanmalık. Tuvalete giderken bile telefonunuzu yanınıza almanızı öneririm çünkü burada bile fotoğraf çekmek isteyeceksiniz. Dekorasyonundan iç dizayn ambiyansına kadar her şey o kadar sıra dışı ki bakınmaktan yemeğinizi yiyemiyorsunuz.



                                                           LORENZO KAKALAMBA

Et ve köfte gibi meşhur lezzetleri tatmak için başka bir adresi not almış olduğumdan burada farklı bir geleneksel yemek tadıyorum. Bizde ki kırmızı biber dolmanın sadece kıyma ile doldurularak fırında pişirilmiş hali olan ‘shushpe’ yi deniyorum. Yanında yoğurt ile servis edilen yemeğim öncesi sıcacık pide ve kaymak geliyor. Kaymak bizde ki tatlılar ile servis edilenden farklı olarak tuzlu bir çeşit ve yemek öncesi ya da yemekler ile beraber sos olarak servis ediliyor. Sıcak pideye de acayip yakışıyor.




 

İlk günü bu şekilde tamamlayıp odaya dönmek üzere cadde boyunca Kale Meydan’a doğru yürüyorum. Park gece de hareketli. Tuna üzerinde köprülerin ışıkları yanmış. Banklarda oturmuş gece manzarasını izleyen insanlara karışıyorum…



                                                                       KALEMEGDAN

 

 

 BELGRAD 2. GÜN :



                                                                               ZEMUN

 İkinci gün rotamda ilk olarak Zemun var. Eski şehir bölgesine yönelmeden önce burayı görmek isteme sebebim kaldığım yere yakın olması. Zemun merkezden yaklaşık yarım saat sürerken, kaldığım yere otobüs ile 15 dk lık mesafede. Merkezden geliyorsanız otobüsler Knez Mihailova yakınlarında ki Terazje Meydanı’nda ki otobüs durağından kalkıyor.

Zemun, Belgrad’ın Orta Avrupa’ya benzeyen kasabası. Birçok blog buraya bir tam gün ayrılmasını önerse de ben birkaç saat kalıp ayrılıyorum. Yaz geceleri nehir kenarında ki güzel mekanlar ile daha keyifli olabilir burası.



                                                                 GARDOS KULESİ

Zemun’un en önemli yapısı Gardos Kulesi. Geldiğinizde kasabayı ve kıvrılıp giden nehir manzarasını kuleden seyretmek keyifli.

Şehir meydanını, meydana kurulan Pazar yerini, kilisesini gezerek Zemun’dan ayrılıyorum.

 

Otobüs ile tekrar ‘eski şehir’ bölgesine geçiyorum. Rotamda Belgrad’ın en lezzetli böreğini yapan, 1900 lü yıllardan beri hizmet veren ve önünde kuyruğun adeta hiç bitmediği Pekara Trpkovic var.



                                                                  PEKARA TRPKOVIC


Fırına doğru yürürken karşıma Hotel Moskva çıkıyor. 1906 dan beri hizmet veren otel zamanında Gorki, Hitchcook ve Einstein gibi isimleri ağırlamış. Dilerseniz şık kafesinde piyano resitali dinleyerek çay ya da kahvenizi yudumlayabilirsiniz.





Pekara Trpkovic’e geldiğimi önündeki sıradan anlıyorum. Hem peynirli hem de kıymalı börek alıyorum. Her ikisi de ayrı ayrı çok lezzetli olsa da benim favorim kıymalısı oluyor. Yanında yoğurt içiyorlar. İçiyorlar diyorum çünkü ayran kıvamında olmasa da bardak ile servis ediliyor.



Karnımı doyurup Taş Meydan parkına geçiyorum. Burada bulunan kiliseyi ziyaret ediyorum. Bu kilise zamanında Bizans mimarisini canlandırmak için yapılmış. Sonra ki durağım Saint Sava Kilisesi. Görenlerin Ayasofya’ya benzettiği kilisenin büyüleyici tavan süslemeleri var. Buranın dünyanın en büyük Ortodoks Kilisesi olduğu söyleniyor.



                                                                            ST. SAVA

Belgrad’a geldiğim ilk gün arkadaşımın önerisi ile Dva Jelena restorana rezervasyon yaptırmak istemiştim ancak dolu olduğu için bugüne kaldım. Hem atmosferi hem de müzikleri ile Balkan ruhunu sonuna kadar hissedebileceğiniz bu mekan başka bir çok güzel restoranı da bünyesinde barındıran Skadarlija bölgesinde bulunuyor.



                                                                           DVA JELENA

Bu restorandan bahsederken şunu da belirtmek isterim ki ülke genelinde tüm kapalı mekanlarda sigara içiliyor.

Dva Jelena’nın geyik etli bir yemeği meşhur ancak o gün menü de olmadığını öğreniyorum ve ‘pljeskavica’ sipariş ediyorum. Erik rakısını da daha önce denemiş olduğum için tercihim yerel bira ‘jelen’ oluyor. Yemeğim fırın patates, salata ve sıcak sarımsaklı ekmek ile servis ediliyor. Porsiyonlar oldukça büyük. Yaklaşık olarak 130 tl ödüyorum.

 

 

NOVI SAD 3. GÜN :




İki tam günde Belgrad için kendi hedefimde ki tüm noktaları bitirdim. Zaten gezimi de bu şekilde planlamıştım. Son gün rotam ise Novi Sad.

Novi Sad’a yolculuk yaklaşık 1.5 saat sürecek. Biletime 870 Sırp Dinarı ödüyorum. Dolar ya da Euro vermek isterseniz daha yüksek bir fiyat söylüyorlar. Döviz bozdurmak isterseniz bilet gişelerinin yanında, 9 numaralı peronda bir döviz bürosu var.

Novi Sad, Sırbistan’ın kuzeyinde yer alan, Voyvodina bölgesinin başkenti, aynı zamanda ülkenin kültür sanat ve ekonomi merkezlerinden biri. 20. yy den beri neredeyse tüm Sırp şair, yazar ve gazeteciler hayatının bir dönemini ve ya tamamını burada geçirmiş.

Novi Sırpça da ‘yeni’ demekken ‘sad’ ise bahçe demekmiş. Yani Novi Sad, “yeni bahçe” demek. Başkent Belgrad’a 1.5 saat mesafede olmasına rağmen, zamanında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu sınırlarında olduğundan, mimari olarak Belgrad’dan çok çok farklı.


                                                            ÖZGÜRLÜK MEYDANI

 

Novi Sad’a geldiğinizde görmeniz gereken yerler:



                                                          MERYEM ANA KİLİSESİ

 

*Trg Slobode (Özgürlük Meydanı)

*Meydanı çevreleyen 4 ana yapı

1. Meryem Ana Kilisesi

2. Voyvodina Bankası

3. Belediye Binası

4. Voyvodina Hotel ve bu meydan da bulunan Svetozar Miletic Heykeli

*Meydandan devam ettiğinizde, sağlı sollu rengarenk binalar ve önlerinde güzel kafelerin olduğu Jovan Jovanoviç Caddesi

*Caddenin sonunda sizi karşılayan Piskoposluk Sarayı

*Saraya yürüme mesafesinde Dunavski Parkı

*ve parktan yaklaşık 1.5 km devam ettiğinizde Petrovaradin Kalesi’ne ulaşıyorsunuz.



                                                            PİSKOPOSLUK SARAYI

 

Kale aynı zamanda Avrupa’nın en büyük müzik festivallerinden biri olan EXIT Festivali’ne de ev sahipliği yapıyor. Bir müzik festivalinden çok daha fazlası olan EXIT, 2000 yılında Petrovaradin Kalesi’nde, o yıl Ekim ayında devrilen Slobodan Miloseviç hükümetine karşı bir protesto hareketi olarak başlamış. Şimdilerde dünyaca ünlü bir festivale dönüşen EXIT, Snoop Dog, White Stripes, Nick Cave, Massive Attack ve David Guetta gibi ünlü isimlere ev sahipliği yapmış.



                                                                       PETROVARADIN


 Merkezden 4 numaralı otobüs ile şehirler arası otobüs terminaline geliyor ve son gecemi geçirmek üzere Belgrad’a dönüyorum.




Ülkeden ayrılmadan önce son bir mekan önerim daha var. Avrupa’da ki ne iyi 50 pizzacı arasında yer alan Majstor i Margarita tüm övgüleri sonuna kadar hak ediyor. Pizzacının spesiyali ‘burrata’ peynirli olan pizzası. Son güne yakışır bir ziyafet oluyor.




 

 

ÜLKEYLE İLGİLİ GÖZLEMLERİMLE YAZIMA SON VERMEK İSTİYORUM:

* Burada geçirdiğim dört gün boyunca kime denk geldiysem her soruma cevap aldım. Oldukça yardımsever bir toplum olduklarını düşünüyorum.

* Trafikte çok saygılılar. Hem şoförler hem de yayalar kendileri için olan ışıklara sonuna kadar uyuyor. Kendisine kırmızı yanarken, yol nasılsa boş diyerek karşıya geçmeye çalışan bir yaya hiç görmedim.

* Bir çok kişinin evcil hayvanı var. Köpek gezdirenlerle sıkça karşılaştım.

* Şehir wifi yı çok kötü. Birçok nokta ‘free wifi zone’ olsa da çoğu aktif değildi.

* Restoran ve kafelerin hepsinde sigara içiliyor.

* Otobüslere ücret ödeyerek ya da kart basarak binen çok az kişi var. Bedava gibi görünse de değil, yakalanırsanız cezası yüksek.

* Restoranlarda uygun fiyata çok lezzetli et yemekleri yemek mümkün.

* Gezdiğim ülkeler içinde irili ufaklı en çok kumarhanenin olduğu ülke.

Gezimin öne çıkan hikaye ve görsellerine basak.wanderlust instagram hesabımdan ulaşabilirsiniz. Dilerim keyifle okuduğunuz ve işinize yarayacak bir yazı olmuştur. Bir sonra ki rotam ve yazısında buluşmak üzere…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MALTA : BİR ADA MASALI




ÜÇ ŞEHİRLER


Bol güneşli, sıcacık, masmavi bir rota var sırada. Akdeniz’in en güzel adalarından, şövalyelerin ülkesi Malta’dan selamlar herkese. Çok iyi korunmuş tarihi yapıları, eşsiz mimari örneği evleri, geçmişten günümüze bozulmadan gelen geniş sokakları, konumu itibari ile hem İtalyan hem de Arap kültüründen etkilenen nefis mutfağı ve sonbahar hatta kış ayların da bile denize girebilme imkanı sunan iklimi ile Malta, Türkiye’ye sadece iki buçuk saatlik uçuş mesafesinde.







MALTA HAKKINDA :

 

Malta veya resmi adıyla Malta Cumhuriyeti, Orta Akdeniz’de yer alan, Sicilya’nın güneyindeki adalar devleti. Malta takımadaları 3 büyük, 2 küçük adadan oluşuyor. Büyük olanlar ülkeye adını veren Malta ile Gozo ve Comino adaları. Ülkenin başkenti Valletta. Malta bir Schengen ülkesi ve para birimi Euro. Resmi dili Maltaca olmakla beraber İngilizce yaygın olarak konuşuluyor. Sebebi ise adanın yıllarca İngiliz sömürgesi olması. Sadece dil değil, tersten akan trafikte yine İngilizlerden miras kalanlardan.

Malta’nın ülkemizde son zamanlarda popüler olmasının iki sebebi var. Bunlardan şüphesiz ilki izlenme rekorları kıran Game of Thrones dizisine ilk sezonunda ev sahipliği yapmış olması. (Mesela, yakın zamanda yıkılan ve arama motoruna ‘Malta’ yazdığınızda görsellerde illa karşınıza çıkacak olan Azur Penceresi, Malta’nın Gozo adasındaydı. Dizinin fanları bilirler ki burası, ejderhaların anası Khaleesi ile Khal Drogo’nun düğün sahnesinin çekildiği yer.)

 

Diğer neden ise Malta’da pek çok dil okulunun bulunması. İngiltere, Amerika, Kanada gibi ülkelere göre daha ucuz olması artı konum itibariyle bize de yakın olması, ülkemiz öğrencilerinin de adayı tercih etme sebebi.

 

 

SEYAHATİ PLANLARKEN :

 

Artan döviz kurları ile beraber seyahat anlayışım yeni bir boyut kazandı. Artık ‘gitmek istediğim ülke’ değil, ‘ucuz uçak bileti bulduğum ve gideceğim ülke’ var. Malta gezimde tam olarak bu şekilde gelişti. Takip ettiğim site üzerinden uygun fiyatlı bilet bulunca, yeni rota bir anda burası oluverdi. (Kasım 2021  için THY’den gidiş-dönüş biletimi 1500 tl ye aldım ki üç gün sonra aynı bilet 2700 tl olmuştu.)

Bileti aldıktan sonra ise konaklamayı her zaman olduğu gibi booking üzerinden hallettim. Tam olarak bir öğrenci ülkesi olduğu için konaklama seçenekleri de bu anlamda oldukça geniş. Öğrencilerin sıkça takıldığı ve dil okulları ile yurtlarında olduğu bölgeler olan St. Julian ile Sliema, tam bir hostel bölgesi. Eğer tercihiniz hostel değil ise bu iki bölgede fiyatlar merkez Valleta’ya yakın olduğu için artıyor. Ben bu gezide hostel tercih etmediğim ve uygun fiyatlı olmasını istediğim için merkezden biraz uzakta, adanın kuzeyinde kalan St. Paul’s Bay’da ki Porto Azurro Apart Hotel’i tercih ettim. Otelim merkez olarak geçen Valletta’ya 45 dk otobüs mesafesinde olsa da Gozo ve Comino adalarına geçecekler için de şahane bir lokasyonda yer alıyor. (Otele üç gece için 500 tl ödedim.)

Adanın şahane bir toplu taşıma ağı var. Her durakta hangi otobüsün, o duraktan saat kaçta geçeceğini ve varış noktasını gösteren ekranlar bulunuyor. Ayrıca otobüslerin hepsinde oldukça iyi çeken wifi ağı var. Biniş ücreti kışın 1.5 euro yazın ise 2 euro. Biletinizi iki saat içinde iki kez ücretsiz kullanabiliyorsunuz. Ben 21 euro ya 7 gün boyunca sınırsız kullanım sağlayan Tallinja Card aldım. Aynı kartın totalde 12 kez kullanmanıza olanak sağlayan ve 15 euro olan şeklide var. Sınırsız kart ile istediğim şekilde inip bindim, ve her defasında ücret hesaplamak zorunda kalmadım. Dört günlük kullanıma ilave olarak havaalanı transferlerini de düşününce, sınırsız kartın hakkını fazlasıyla vermiş oldum.

 

PANDEMİ SÜRECİ :

 

Burada biraz pandemi şartlarından bahsetmek istiyorum. Birçok ülkede olduğu gibi Malta’da şüphesiz Avrupa Birliği’nce onay görmüş aşıların birinden çift doz uygulama istiyor. Ekran görüntüsü alarak ya da çıktı şeklinde uçak ve otel rezervasyonunuzu gösterir belgelerinize artık aşı kartınızı da eklemek zorundasınız. Bunun dışında ülkelerin istediği evraklar kendi içinde değişebiliyor. Hatta bu evraklar ve aşı ya da PCR şartları bile pandemi ile birlikte sürekli değişmekte. Bu yüzden bir ülkeye gitmeye karar verdiğinizde, o ülkenin sağlık portalı üzerinden net bilgi almak en doğrusu. Örneğin Malta ülkeye giriş yapmadan önce sizden digital bir yolcu formu doldurmanızı istiyor. Bu formda yolcunun hangi ülkeden geldiği, sabit ev adresi, ülkede kalacağı adres, kaç gün kalacağı, yakın zaman da başka bir ülkeye seyahat edip etmediği gibi temel bilgiler var.

Aşılarınız hem kendi ülkenizden ayrılmadan bulunduğunuz havaalanında hem de iniş yaptığınız ülkede sıkı kontrollerden geçiyor. Yurtdışında ‘Health Pass’ uygulaması üzerinden de aşılarınızı gösterebilirsiniz. Zaten HES uygulaması Tr sınırlarında geçerli bir uygulama olduğu için, yurtdışına ayak basıp uygulamayı açmak istediğinizde otomatik olarak bu siteye yönlendiriliyorsunuz.

Pasaport kontrolden geçtikten sonra havaalanlarında pandemi kontrol noktaları var. Gittiğiniz ülkenin pandemi şartlarında sizden istediği tüm evraklar ve aşılarınız bu noktalarda kontrol ediliyor ve ülkeye bu şekilde giriş yapıyorsunuz.

 

                                                               MALTA 1. GÜN :





                                                                     MARSAXLOKK

 

Uçuşumun erken saat de olması ve Malta ile ülkemiz arasında iki saat fark bulunması sebebiyle güne erken başlıyorum. (Malta bizden iki saat geri) Zaten gezimi de buna göre planlamıştım. Alanda ki kontrollerin ardından ilk işim turist bürosunu bulmak oluyor lakin henüz açılmamış. Açık olsaydı şehir haritası, toplu taşıma ağı ve saatleri gibi temel bilgileri buradan öğrenerek hareket edecektim.

Havaalanı adanın güneyinde. Otelim ise kuzeyinde ve giriş 14:00 da. Hem zamanı verimli kullanmak hem de bulunduğum konuma yakın olması sebebi ile gezime Marsaxlokk  (Marşaslok okunuyor) kasabasından başlıyorum. Yukarıda da bahsettiğim gibi şahane bir toplu taşıma ağları var ve duraklarda ki bilgiler oldukça açıklayıcı. Tek yapmam gereken alandan kaç numaralı otobüsün kasabaya gittiğine bakmak ve binmek. Otobüs içinde bilet basabilir, nakit ödeyebilir ve hatta temassız banka kartınız ile bile ödeme yapabilirsiniz.

Marsaxlokk bir balıkçı kasabası. Pazar günleri burada bir balık pazarı kuruluyormuş. Diğer günler ise hediyelik eşyalar satan minik stantlar var. Kasaba Luzzu adı verilen parlak boyalı tekneleri ile meşhur. Teknelerin üzerinde Horus’un Gözü denilen bir göz sembolü var. Bizde ki nazar boncuğu ile aynı görevi gören bu gözlerin tekneleri koruduğuna inanıyorlarmış.

Deniz kenarında birçok restoran var. Yaz sezonunda oldukça kalabalık oluyormuş kasaba. Bunun dışında meydanını görebilir ve burada ki kiliseyi ziyaret edebilirsiniz. Yürüyerek gezebileceğiniz minik bir yer burası. Kasaba gezimi tamamladıktan sonra otelime geçmeye karar veriyorum. Daha rahat hareket etmek için valizden de kurtulmam gerekiyor. Adanın en güneyindeyim ve en kuzeyine gitmem gerek. Tek otobüs ile gitme şansım olmadığı için merkez Valetta’da araç değiştireceğim.

Valletta’nın tam kalbinde kocaman bir otobüs terminali var. Turizm danışma ile beraber otobüsler ile ilgili bilgi alabileceğiniz bir ‘bus information da ‘ var. Otel adresimi gösterip hiç uğraşmadan kaç numaranın gideceğini öğreniyorum. Yaklaşık bir saat içinde oteldeyim. Otobüs içinde bulunan wifi yı kullanarak otel konumumu açıyor ve en yakın durakta iniyorum ki zaten durak otelin hemen önü. Çift doz aşı kontrolü otel girişinde de yapılıyor. Ateş ölçümü ve yine birçok ülke de otellerde uygulanan ayakbastı parası adı altında geçen 1.5 euro luk ekstra ücreti ödeyerek odama çıkıyorum.

Odamda ocak, su ısıtıcısı gibi mutfak ekipmanları olmasına özellikle dikkat ettim çünkü ben ülkeyi gezerken 11 tl olan Euro, 12.73 tl ye kadar yükseldi. Ekonomik bir gezi planlamak adına valize atılan noodle ve paket çorbalardan bahsetmeme gerek yok sanırım J

Gezi asıl şimdi başlıyor. İlk durak Valletta. İsmini Aziz John Şövalyeleri’nin büyük ustası Jean de Valetta’dan alan şehir, balkon ve pencere mimarisi ile ön planda olan evleri ile meşhur. Birçok ülke gezdim lakin tarihi dokunun bu kadar korunduğu çok az yer gördüm. Şövalyelerin taş mimari kullanması şüphesiz bunda etkili olmuştur ama burası başka. Neredeyse hiçbir yapı bozulmamış. Tüm binalar aktif olarak kullanımda üstelik. Gezip görmek için ‘tarihi bölge’ ya da ‘eski şehir’ gibi özel bir yere gitmenize gerek yok. Şehrin tamamı neredeyse bu şekilde zaten.

 

VALLETTA’DA GÖRÜLECEK YERLER :


 

1.       Valletta’nın ana caddesi Rebuplic Street (Alışveriş ve hediyelik eşya için)

2.       Bu caddeye paralel olan Merchant Street (Restoran ve kafeler burada)

3.       Bakery’s street

4.       Büyük Usta’nın Sarayı (Grandmaster’s Palace)

5.       Aziz John Katedrali

6.       Üst Kışla Bahçeleri (Upper Barrack Gardens) (Gün batımında çıkınız ve büyüleyici manzarayı gördükten sonra bana dua edinizJ )

7.       Alt Kışla Bahçeleri (Lower Barack Gardens)

8.       Victoria Gate

9.       St. Elmo Kalesi ve Savaş Müzesi

10.   Valletta’nın balkonları olarak geçen, neredeyse şehrin tamamında tüm binalarda görüp hayran kalacağınız balkonlar ve aynı zamanda pencereler.

 


 

                                                                    MALTA 2. GÜN :




                                                                            MDINA


 İkinci gün rotamda Game Of Thrones dizisine ev sahipliği yapmış yerler var. Dizinin 1. Sezon bölümleri adanın Mdina (Emdina olarak okunuyor) ve Rabat şehirlerinde çekilmişti. Valletta’dan yaklaşık 13 km uzaklıkta bulunan Mdina, adanın ortasında bir tepeye kurulu. Korunaklı konumu sebebiyle uzun süre adaya başkentlik yapmış. Eski başkent Mdina surlarla çevriliyken, surların dışında kalan şehir ise Rabat olarak adlandırılıyor. Mdina’ya dizide kralında giriş yaptığı o kapıdan giriyorum. Aslında kapının geçmişi şehrin kendisi kadar eski değil. Kapı 1725 yılında Fransız mimar Charles François de Mondion tarafından tasarlanmış.

Çok iyi korunmuş surları, kiliseleri, evleri ile büyüleyici bir şehir burası. Ben de dizinin fanlarından biri olduğum için, sahneler resmen gözümün önünde geziyorum burayı. Daha o sezon henüz piyasada olmasalar da Khaleesi’nin ejderhalarından biri başımın üzerinden uçuverecekmiş gibi geliyor adeta.




Mdina sessiz şehir olarak adlandırılmış. Surlar içinde sayısı az da olsa hala yaşayanlar var. Araç giriş çıkışı için sadece burada yaşayanlara izin var.

Girdiğim kapıdan dönerek Rabat’a çıkıyorum. Valletta’da gördüğüm balkonlardan burada ki evlerde de var. Sokakları, görkemli kiliseleri, kiliselere tezat minik kafeleri ile çok şirin bir şehir Rabat.



                                     RABAT


Malta’nın ‘ftira ekmeği’ meşhur. Odun ateşinde pişen lezzetli bir ekmek. İçine ne dilerseniz koyup, şahane sandviçler yapıyorlar. Ben ton balıklı bir tane kapıp, St. Dominic Manastırı’na karşı afiyetle yiyorum. Manastırda diziye ev sahipliği yapan yerlerden ama tadilat dolayısıyla kapalı ve içini göremiyorum.


Mdine ve Rabat’ı tamamladım. Karnımı doyurdum. Sırada çoğunlukla öğrencilerin yaşadığı St. Julian ve Sliema bölgeleri var. Lakin önce Valletta’ya geçeceğim ve şahane bir gün batımı izleyeceğim. Dün yani ilk gün Üst Bahçelerden öyle şahane bir gün batımı izledim ki bugün de farklı bir açıdan bir yenisini deneyimlemek istiyorum. 2. gün, gün batımı izleme noktam Valletta şehir surları. Bu ülke geldiğimden beri çok cömert davranıyor. Adaların gün batımları hep efsane olur ama burada renkler başka. Sarı binaların üzerine düşüp onları alev almışçasına yakan gün batımı renkleri, pembe bulutlar ve altında masmavi sularda yüzen tekneler. Karşıda Üç Şehrin silületi. Büyüleyici…




ST. GEORGE BAY

Valletta’dan otobüse atlayıp St. Julian’e geçiyorum. Dil okulları, yurtlar, öğrenci işi kafeler, mağazalar hep burada. Yeme içmeden, alışverişe fiyatlar daha uygun. Öğrencilerin yaz kış boş bırakmadığı adanın meşhur plajı St. George Beach burada. Dolunay var ve manzara yine şahane.




ST. JULIEN



MALTA 3. GÜN :

 



                                                                      MELLIEHA BAY


Otelimin adanın kuzeyinde kaldığından ve buranın aynı zaman da Gozo ve Comino adalarına geçiş noktası olduğundan bahsetmiştim. Bununla birlikte adanın en güzel plajlarının da yine bu bölge de olduğunu eklemek isterim. Örneğin Mellieha Bay otelime sadece dört durak uzaklıkta ve burası adada ki en iyi ilk beş plaj içinde. Plajın incecik bembeyaz bir kumsalı var. Suyu inanılmaz berrak ve turkuaz renkte. Bugün ki planım bu plajın tadını çıkarmak. Takvimler 19 Kasımı gösteriyor, hava yaklaşık 24 derece ve ben Akdeniz’in keyfini çıkarıyorumJ

Benim denize girdiğim Mellieha Bay dışında Golden Bay, Paradise Bay ve Gozo Adası’nda ki Blue Lagoon adanın diğer en iyi plajları olarak geçiyor. Malta’da neredeyse yılın 10 ayı denize girmek mümkün.

Denizin tadını çıkardıktan sonra otelime dönüyor, duş alıp yeni rota için hazırlanıyorum. Sırada Three Cities yani Üç Şehirler olarak adlandırılan bölüm var. Üç Şehirler, Üst Bahçelerden bakıldığında buranın tam karşısında kalan ve parmak şeklinde gibi görünen birbirine bağlı yarım adacıklar. Bu adacıkların isimleri Birgu, Senglea ve Bormla. Kara yolu ile gidebilirsiniz lakin bir ada ülkesindesiniz ve şüphesiz ulaşımın en keyifli hali motorlar. Motorlar sizi tam olarak Birgu ve Senglea arasında bir yerde bırakıyor. Bence üç yarımada içinde mutlaka görülmesi gereken Birgu. Burası şövalyeler zamanında adanın başkentliğini yapmış.




Valletta’da gezilecek yerler içinde anlattığım Alt Bahçelerden (Lower Barack Gardens) Üç Şehirlere geçen feribotlar var. Ücret 2.8 euro ve bu gidiş-dönüş ücretine bir de asansör dahil. Gezinizi tamamladıktan sonra feribottan indiğinizde tabelalar sizi tarihi asansöre yönlendiriyor ve yokuş yukarı yürümek istemezseniz asansör ile direkt Üst Bahçelere çıkabiliyorsunuz.

Üç Şehirler adeta birer görsel şölen. İster Valletta’dan bakın, ister motorlar ile karşıya geçin, dini yapılar, dönüş yolunda gün batımının binalara kattığı büyü ile manzara muazzam.






Ben önce Senglea’yı geziyorum. Karşıdan Birgu’ya bakmak çok güzel. Güneşin ışıkları Birgu üzerine vuruyor. Kiliseler yanıyor adeta güneşte. Binalar altın sarısına çalıyor. Limanda binlerce tekne var. Hava mis gibi iyot kokuyor. Akdeniz ülkeleri seviyorum, ada olanlarını daha da çok. Sonra köprüden Birgu’ya geçiyorum. Sokaklar adeta kalemle çizilmiş gibi. Evlerin her biri sanat eseri. Meydanı, pubları, restoranları her biri ayrı keyifli. Çok seviyorum Üç Şehirleri.






Gün batımında motor yolculuğu yapıp, asansör ile de Üst Bahçelere çıkıyorum. Çıkar çıkmaz yeni doğmakta olan dolunay karşılıyor beni. Üç Şehirlerin kiliseleri birer silülete dönüşmeye başlıyor hava karardıkça. Gözüm gönlüm gün batımından dolunaya her güzelliğe doyuyor adeta.

Son günün şerefine güzel bir akşam yemeği ısmarlıyorum kendime. Valletta’nın en güzel üç caddesinden biri olan Merchant Street’de, Galea’s Kitchen da tavşan etli tagliatelle ısmarlıyorum. Yanına da adanın şaraplarından. Bir ada ülkesi olması sebebiyle her türlü deniz mahsulü ve bu mahsullerle yapılan yemekler meşhur olmakla beraber, tavşan etinin de Malta mutfağında ayrı bir yeri var.

Son bir gece turu yapıyorum. Valletta’nın balkonlarının güzelliğini kazıyorum hafızama cadde boyunca yürürken. Hatta bir de bu balkonların el işçiliği bir magnetini ekliyorum koleksiyonuma. Büyük Usta’nın Sarayı’nı turluyor, Aziz John Katedrali’ni selamlıyorum.

Teşekkür ederim Malta…

Eşsiz mimarine burada olduğum her gün bir de şahane görsel şölenler eklediğin için…

Çok güzel bir ülkesin gerçekten…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

9.02.2022

ANA HAT DOĞU EKSPRESİ VE TURİSTİK DOĞU EKSPRESİ ARASINDAKİ FARKLAR









Doğu Ekspresi sadece Türkiye’de değil, dünyada da yapılması gereken en güzel on rotadan biri olarak geçiyor. Ülkemizde son bi kaç yıldır oldukça popüler bir yolculuk olan Doğu Ekspresi, şüphesiz “ölmeden önce yapılması gerekenler” listesinde de başı çekiyor.

Bir “wanderlust” olarak bu turu tabi ki deneyimledim ve @basak.wanderlust instagram kullanıcı adıyla gezi boyunca paylaştığım tümmm hikayeleri öne çıkanlara “Doğu Ekspresi” başlığı ile sabitledim. Fotoğrafların üzerine bıraktığım ve işinize çok yarayacağını düşündüğüm bilgilere hızlıca buradan ulaşabilirsiniz.



Paylaşım yaptıkça sizlerden en çok “nasıl bilet bulduğum” sorusu geldi. Diğer sorular ise Klasik Doğu Ekspresi ve Turistik Doğu Ekspresi arasındaki farklar nedir, bilet fiyatları nedir, yolculuk kaç saat sürüyor gibi sorulardı. Bu yazıyı oluşturma amacım tüm bu sorulara ve daha fazlasına cevap verebilmek😇

Bu yazıda hem sorularınıza cevaplar bulacak hem de Ankara’dan başlayıp, Kars’a uzanan yolculuğumda neler yaşadığıma ortak olacaksınız. Hazırsanız başlıyorummmm.






Gelin önce Klasik Doğu Ekspresi ve Turistik Doğu Ekspresi arasındaki temel farklara bakalım:


💰En büyük fark fiyatları:

Turistik olanda tek yön 2 kişi 1300 tl iken, Klasikte tek yön kuşetli için 132.5, pulman da ise 82.5 tl. Yani Klasik Doğu Ekspresin de yer bulabildiğiniz de fiyatlar hala uygun. (ocak 22)




🚃 İki trenin vagonları farklı:

Klasik Doğu Ekspresi’n de en çok talep şüphesiz yataklı vagonlara. Aslında bunlar yataklı vagonda değil. Sosyal medyada gördükleriniz örtülü kuşetli diye geçen, gündüz koltuk gece açıldığında yatak olan vagonlar ve Klasikte sayıları çok az.

Zaten Turistik olanda işte tam bu ihtiyacı karşılamaya yönelik olarak ortaya çıkıyor. Klasik olan artan talepleri karşılamayınca tamamı yataklı vagondan oluşan Turistik Doğu Ekspresi seferine başlıyor.





🚏İki trenin durakları farklı:

İki trende aynı rotada gidiyor ancak durakları ve kaldıkları süreler farklı. Turistik olan Kars yönünde İliç ve Erzurum’da; Ankara yönünde Divriği ve Sivas’da dururken, (tren sizi gezmeniz için 3-3,5 saat kadar bekliyor.) Klasik olan sadece yolcu almak ve indirmek için duruyor. Yani Klasik olan aslında bildiğimiz yolcu taşıyan tren😊






🚾 İki trenin donanımları farklı:

Klasikte pulman ve kuşetli seçenek (gündüz koltuk, gece yatak) varken; Turistikte tüm vagonlar yataklı. Ayrıca odanızda lavabo, masa, ve altında buzdolabı var. Klasikte, pencere  önünde masa gibi kullanabileceğiniz bir sehpa var. (Eski Türk filmlerinden hatırlarsınız bence😊)




Temel farklardan sonra sıra detaylarda


1. Turistik Doğu Ekspresinin özellikleri:

Turistik Doğu Ekspresinde pulman koltuk yada örtülü kuşetli yok. Tüm tren yataklı vagondan oluşuyor. Size ayrılan numaralı odaya geldiğinizde odanın solunda yan yana iki koltuk görüyorsunuz. Gündüz oturabilmeniz için tasarlanmış bu koltukların üzerinde ipinden çektiğinizde açılan bir yatak var. 2. yatak ise bu açtığınız yatağın üzerine yine aynı sistemle açılıyor. Özetle odada iki kişi ranza sistemi ile yatıyorsunuz. Yataklar nevresimleri serilmiş şekilde sizi hazır bekliyor. Tek yapmanız gereken ipi çekmek ve açmak. Yatağın karşısında bir masa, altında eşyalarınız koyabilmeniz için ikili raf ve bu rafların yanında da mini bir buzdolabı yer alıyor. 

Odanızda küçük bir de lavabo var. Tuvalet olarak vagonun başında ve sonunda bulunan ortak wc leri kullanıyorsunuz. Odada tek bir priz var. Bu yüzden üçlü priz tavsiyemdir. Biz yanımıza minik su ısıtıcılardan almış olsakta odanın elektrik sistemini attırdığı için kullanamadık bunu da bilgi olarak eklemek isterim. 

Valizinizi koymanız içinde masanın üzerinde duvara monte bir valiz rafı var. İki kişi kaldığınızı düşünürseniz, 2. valizide lavabonun önündeki boşluğa bırakabilirsiniz. Geniş bir alandan bahsetmiyoruz. Devasa valizler işinizi zorlaştıracaktır.

Odanızda yukarıdan açılan minik bir cam var. Dışarı sarkıp falan foto çekme şansınız yok yani😅odalar çok sıcak oluyor. Kapının üzerinde yer alan panelden ısıyı ayarlama şansınız var.





2. Klasik Doğu Ekspresinin özellikleri:

Klasik trende pulman, örtülü kuşetli ve yataklı olmak üç bölüm var daha doğrusu vardı. Turistik olan seferlere başlayınca yataklı vagonlar iptal olmuş.

Pulman dediğimiz otobüs koltuğu gibi yanyana iki koltuğun olduğu ve seyahat boyunca oturarak gittiğiniz bölüm.

Örtülü kuşetli ise 4 kişilik. Alt katlar gündüz oturmak için karşılıklı ikişerden dört kişilik oturma alanı. Yatmak istediğinizde bu koltuklar ranza gibi 2 sağda, 2 solda olmak üzere 4 kişilik yatak oluyor. Nevresimler size poşet içinde veriliyor. Yataklarınızı siz yapıyorsunuz. 

Klasik hat, örtülü kuşetlide seyahat etmek isterseniz 4 kişilik olduğu için ve yanınıza yabancı birinin de gelmesini istemiyorsanız, dört biletide almanız gerekiyor. (Bu bölüm için bilet kişi başı 132,5 tl ve bu rakamı 4 ile çarparsak yatarak gidebilmek için Klasik olana 530 tl ödememiz gerekiyor. Turistik olanda tek yön bir yataklı vagon fiyatı iki kişi için 1300 tl idi hatırlayalım. )

Örtülü kuşetli vagonda da odalarda minik bi masa var. Bu masa camın önünde yatakların tam ortasında kalıyor. Lavabo ve mini buzdolabı yok. Cam yine küçük ve yukarıdan  açılıyor. Aynı ısınma sisteminden bu trende de var. 




3. Trenlerin güzergahlarına bakalım:

Her iki trende Ankara-Kars, Kars-Ankara yönünde gidiyor ancak Klasik Doğu Ekspresi bildiğimiz yolcu treni olduğu için kendi duraklarında sadece 10-15 dakika durarak yolcu indirip bindiriyor.

Bundan farklı olarak Turistik Doğu Ekspresi aynı rotayı yapıyor olmakla beraber gidiş ve dönüş yönünde farklı duraklarda uzun süreli molalar vererek size inip bu yerleri gezme şansı tanıyor.

Ankara-Kars yönü seyahat ediyorsanız treniniz, 

. İliç (3 saat 20 dakika)

. Erzincan (3 saat 25 dakika)

. Erzurum (3 saat 15 dakika) lık;


Kars-Ankara yönü seyahat ediyorsanız,

. Divriği (2 saat 45 dakika)

. Sivas (3 saat) gezi molası verecek.

Zaten odanıza yerleştiğinizde trenin mola noktalarını ve sürelerini gösterir broşürleri göreceksiniz.

Erzurum Gar şehir merkezinde olduğu için kendiniz gidip gezebilirken, bahsettiğim diğer duraklarda indiğinizde sizi bekleyen minibüs, taksi ya da tur gibi seçenekler göreceksiniz. Dilediğinize katılarak gezebilirsiniz. Benim rotamda İliç vardı ve tur Karanlık Kanyona götürüyordu lakin kış ve hava şartlarından kanyona inmek yasak olduğundan bunu planlayarak hareket etmenizi ve sormanızı öneririm. Ben tura katılmayıp burada trenle karlı güzel fotoğraflar çekmeyi tercih ettim. Erzurum’da ise molayo “cağ kebap” ile taçlandırdık. Gara cağ kebap söylemekte bi seçenek😎



















4. Yolculuk kaç saat sürüyor:

Aslında bu soruya net bir cevap vermek zor. Ankara- Kars yönü için 30-31 saat denilsede biz rotayı 38 saatde tamamladık. 

Tabi bu bence bir sorun teşkil etmiyor. Önemli olan trende daha uzun süre kalmak değil mi zaten😉

5. Bilet fiyatları:

Turistik Doğu Ekspresi tek yön 1300 tl. İster iki kişi gidin, ister tek seyahat edin, oda başına bu fiyatı ödemek zorundasınız. 

Klasik Doğu Ekspresin’de ise:

Pulman yani koltukta seyahat ediyorsanız:

  • Tam bilet: 82.50 TL
  • 13-26 yaş arası genç yolcu bilet: 70.50 TL
  • Öğretmen bilet: 70.50 TL
  • 60-64 (yüzde 15 indirimli) yaş bilet : 70.50 TL
  • 65 yaş ve üzeri (yüzde 50 indirimli) bilet: 41.50 TL (babam bunu beğendifjfj)
  • TSK personel bilet: 70.50 TL
  • Personel bilet: 66 TL
  • Basın personeli bilet : 70.50 TL
  • 7-12 yaş arası çocuk bilet : 41.50 TL
Örtülü kuşetlide seyahat ediyorsanız:

  • Tam yolcu bilet: 132.50 TL
  • 13-26 yaş arası genç yolcu bilet: 120 TL
  • Öğretmen bilet: 120 TL
  • 60-64 (yüzde 15 indirimli) yaş bilet: 120 TL
  • 65 yaş ve üzeri (yüzde 50 indirimli) bilet: 91 TL
  • TSK personel bilet: 120 TL
  • Personel bilet: 120 TL
  • Basın personeli bilet: 120 TL
  • 7-12 yaş arası çocuk bilet: 91 TL ödüyorsunuz. ( Fiyatları, Ocak 2022 için TCDD’nin sitesinden aldım. )







Enn önemli soruyu en sona sakladım. Neden ? Yazıyı sonuna kadar okuyun diye, dermişim😅

“Doğu Ekspresine bilet nasıl bulunur ?” 
 
Ben öğretmenim. Bu rotayı hakkını vererek, adına yakışır şekilde karlar altında yapabilmek için tek seçeneğim sömestr tatilimdi ve malesef bu tarihlere bilet bulmak zor değil neredeyse imkansız. Bu yüzden tur tercih etmek zorunda kaldım. Yurtdışı gezilerimde dahil tur tercih eden biri olmamakla beraber, bu rotaya olan talep yoğunluğu malesef beni buna mecbur bıraktı.

Eğer sömestr yada bayram tatillerinde seyahat etmeyecekseniz, ya da bilet bulabileceğiniz herhangi bir tarihte gidebilme şansınız varsa bilet bulabilmek adına şunu deneyebilirsiniz. 

Biletler düşündüğünüz tarih için bir ay önceden satışa çıkıyor. Mesela 30 Ocakta seyahat etmeyi planlayan birinin 30 Aralık tarihi itibariyle bilet bakması gerekiyor. (Biletler TCDD’nin Eybis sayfası üzerinden satışa çıkıyor.)

Sisteme her girdiğinizde treni “dolu” yada “yer yok” olarak göreceksiniz. Burada yılmadan sürekli  “yenile” yapmanız gerekiyor. Çünkü biletler sizin gibi almak isteyen bir çok yolcunun sepetinde bekliyor o sırada. Sistem sepetteki biletin satın alınması için kişiye belirli bi süre tanıyor. Alıcı o süre içinde satın alma işlemini gerçekleştiremezse, o bilet anında satışa düşüyor. Sürekli “yenile” yapma sebebiniz böyle bir bilet denk getirebilmek. Şansınızda yaver giderse “dolu” ibaresi aniden değişebiliyor. 

Dilerim bu bilgi işinize yarar ve bilet bulabilirsiniz.

Ve umarım verdiğim bilgiler, seyahatinizde işinizi kolaylaştırır.