18.04.2022



 


                       KAZ DAĞLARI KÖYLERİ:

 

GÜRE, ALTINOLUK, ADATEPE, YEŞİLYURT

 

İsmi Yunan mitolojisinde Zeus’un doğduğu dağın isminden gelen ‘İda’ yani Kaz Dağları, mitolojide üç büyük tanrıça arasında geçen ünlü güzellik yarışmasının yapıldığı yer olmanın yanı sıra Troya Savaşı’nın çıkmasına neden olan Çoban Paris’in büyüdüğü yer olarak bilinir.

Kaz Dağları sadece Türkiye için değil, tüm dünya için çok önemli bir biyoreserv alanı. Alpler’den sonra dünyanın en önemli 2. Oksijen deposu. Bilinenin aksine bu oksijeni üreten orman değil, denizde ki yosunlarmış. Yani oksijen deniz de üretiliyor ve dağların arasında ki kanyonlardan bir baca misali yukarı vakumlanıp yoğun olarak 800-1200 metre arasında birikiyormuş. Bu bölge de az uyusanız da, hep dinç uyanmanız işte bu yüzdenmiş.

Mitoloji ile harmanlanan tarihi, her derde deva zeytinyağı ve zeytin ağaçları arasına saklanmış denize uzaktan göz kırpan köyleriyle Kaz Dağları, başlı başına bir kültür, başlı başına bir rota…


 

GÜRE : KAZ DAĞLARI’NIN ANIT ÇINARLARIYLA MEŞHUR KÖYÜ

 

Güre dendiğinde akla ilk önce kaplıcaları gelse de, meydanından sokaklarına, çay bahçesinden mesire alanlarına bugün koruma altında olan yüzlerce anıt çınarda burada.

Tarihi dokusu bozulmayan köylerden Güre. Eski zeytinyağı fabrikaları, aynı kadraja giren cami minareleri ve fabrika bacaları, taştan yolları, tek katlı köy evleri, camdan cama konuşan teyzeleri ve kapı önü sohbetleri…

İlginç hikayeleri vardır bizim buraların. Mesela buralı kızların günümüzde aynı ailenin erkek evlatlarından daha zengin olması gibi… Eskiden köyün yaşlıları göçüp gitmeden önce eğer ellerinde zeytinlikleri varsa ailenin erkek çocuğuna bırakırmış. Zeytin geçim kaynağı ve çok önemli çünkü. Kızlara ise o dönem değeri olmayan deniz kenarında ki araziler verilirmiş. Ama gel gelelim devir değişmiş, devran dönmüş. Bugün buraların zenginleri, sahil kenarında restoran ve butik otel işletenleri işte o sahil arazilerinin sahibi kızlar hep : )




Homeros’un İlyada Destanı’na göre tarihte bilinen ilk güzellik yarışması MÖ 2000 de bugün Kaz Dağları olarak bilinen İda Dağında yapılmıştır. Ve hatta kaplıcalarının bilinen güzelleştirici özelliğinden olacak ki, tam yerin Güre olduğu düşünülür. Yarışmacılar Hera, Athena ve Afrodit’tir. Güzellerin her biri kendisini seçmesi için Paris’e önerilerde bulunurlar, sonuçta Paris elinde ki elmayı Afrodit’e verir. Yarışma sonrası Paris aşık olduğu Helen’i Afrodit yardımıyla kaçırır ve Troya Savaşı’nın başlamasına neden olur.

Güre’ye geldiğinizde anıt çınar ağaçlarının altında otlu gözleme yemeden, kekik çayı içmeden, kaplıcalarında güzelleşmeden ve sahilinde balık yemeden dönmeyin.

Ayrıca Güre’ye çok yakın olan Tahtakuşlar ve Çamlıbel Köylerini de gezmenizi öneririm.

 




 

TAHTAKUŞLAR VE ÇAMLIBEL :

 

Tahtakuşlar sadece etnografya müzesi için bile görülmeye değer bir köy. Emekli İlkokul öğretmeni Ali Kudar tarafından açılan müzenin en ilgi çekici parçası deri sırtlı deniz kaplumbağası. Türkü üstadı Alibey Ekber Çiçek’in kabri de kendi vasiyeti üzerine bu köyün mezarlığında.

Köyün mezarlığı da görülmesi gereken yerlerden. Tahtakuşlar, zamanın durduğu, ölülerin hayatın içine dahil olduğu ve bin yıllık şaman geleneklerinin sürdürüldüğü bir köy. Burada hayat insandan yana… Bundan sebep ölülerin kabri başında yas tutmak ağlamak yerine, kayıplarını onların sevdiği türküler, yemekler ve renklerle anıyorlar. Bayramlarda, Hıdırellezlerde mezarlık tam bir renk cümbüşüne dönüyor. Mezar taşları rengarenk yazmalara bürünüyor. Sevdiğinin kabri başında kahve içip sohbet eden de var, en sevdiği türküyü mırıldanarak yad edende…




Tahtakuşlar’a komşu olan diğer köy ise Çamlıbel. Tuncel Kurtiz’in kabri ise bu köyde. Hayattayken işlettiği butik oteli şu an aile yakınları işletiyor.

 


ANTANDROS ANTİK KENTİ :

 

Güre’den ayrılıyor ve Altınoluk’a devam ediyoruz. Altınoluk’a gelmeden, Balıkesir-Çanakkale yolu üzerinde sağ tarafta Antandros Antik Kenti karşılıyor bizi. Antandros isim olarak Vergillus tarafından yazılan ve Roma’nın kuruluşunu anlatan ‘Aeneas’ adlı destanda geçmekte. Eserde Antandros’tan, Akhalar ve Truvalılar arasında çıkan savaş sonrası, Troya kentinden babası, eşi ve çocuklarıyla kaçan Aeneas’ın geldiği yer olarak bahsediliyor.

Aeneas, o zamanlarda gemi yapımında oldukça gelişmiş olan Antandros kentinde yaptırdığı 20 adet gemi ve savaştan sağ çıkan Truvalılar ile birlikte kendilerine yeni bir vatan arayışı içine girer. Bu amaçla sonu İtalya’nın Castro şehrinde biten bir maceraya atılırlar. Gittikleri her yere zeytin dalı götürmeleri ile ün yapmış olan bu arayışlar sonucunda eski Roma’nın temelleri atılacaktır. Bu nedenle günümüzde Castro ve Altınoluk hala kardeş şehir olarak anılmaktadır.

 


ALTINOLUK : KAZ DAĞLARI’NIN ‘ALTIN’ KÖYÜ

 

Bizim buralarda aynı köyün Kaz Dağları tarafında merkezi, deniz tarafında ise daha sonraları turizm ile gelişerek köyden ön plana çıkan sahil şeridi vardır. Sebebinden yukarıda bahsetmiştim. ( Hani şu kızlara bırakılan ve sonradan değer kazanan deniz kenarında ki araziler: )

Bu durum hem Güre hem de Altınoluk Köyleri için geçerli. Biz Altınoluk’u gezmeye Kaz Dağları içinde kalan köy meydanından başlayacağız. Önce en meşhurundan Cemil Usta’nın yerinde kahvaltı yaparak. Gerçek Ege kahvaltısı dendiğinde olması gerekenler: saf zeytinyağı, bölgenin zeytinleri, karadut reçeli, Kaz Dağı balı ve kekiği, ekşi maya köy ekmeği, köy salçası, tazecik yeşillikler, dumanı üzerinde mis gibi kapaktan kesme (bir çeşit hamur kızartması) otlu gözleme, Balıkesir’in meşhur peynirleri, çay illa olacak ama yanına koruk yada karadut suyu… Birini bile es geçseniz içime sinmez, bizim buraların kahvaltısından yapmış saymam sizi : )

Cemil Usta’nın mekan çınar ağaçlarının altında. Önü köy meydanı ve Edremit Körfezi, arkası Kaz Dağları. Sol yanı Abdullah Efendi Konağı… Konağın geçmişi 160 yılın üzerinde bir tarihe dayanmakta. Konağın ilk sahibi o tarihte var olan Papazlık Kilisesi’nin rahibi. 1. Dünya Savaşı’nın sonu, Kurtuluş Savaşı öncesinde rahibin Midilli’ye göç etmesi ve mallarını Midilli’den Abdullah Efendi ile değiş tokuş yapması nedeni ile konağın sonra ki sahibi Abdullah Efendi olmuş ve konak o zamandan sonra Abdullah Efendi Konağı olarak anılmış.

 


CAM SEYİR TERASI :

 


Kaz Dağları Cam Teras için Çanakkale yönü, Altınoluk merkezi geçtikten sonra Doyran Köyü’ne sapmanız gerekiyor. Anayoldan köy 4 km ve yol asfalt. Kalan 7 km’lik kısmı ise dağ yolu. ( belirtmek isterim ki biz İ20 ile Cam Teras’a çıkabildik.) 11 km sonra Kaz Dağları Milli Park sınırına ulaşıyorsunuz. Teras bu noktaya 100 metrelik bi yürüme mesafesinde. Giriş ücreti 9 tl (2021 fiyatı) Kendi aracınızla gelmek istemezseniz, Akçay ve Altınoluk’tan kalkan tüm jeep safariler Cam Teras’a uğruyor.

 


ŞAHİN DERESİ KANYONU :

 

Eğer kanyona cam terastan devam edecekseniz artık milli park sınırında olduğunuz için bölgeyi ‘alan rehberler’ ile gezmek zorundasınız. Ya da Doyran Köyünden ana yola çıkıp Altınoluk köy merkezine gelmeden ‘Bent Yolu’nu’ takip ederek, kanyonun piknik alanı kısmına ve buradan da yüzebileceğiniz havuzlarına ulaşabilirsiniz. Mesire alanı giriş kişi başı 4 tl (2021) Otopark sorunu yok. Wc var. Ateş yakma izni var. Mangal ve piknik yapabilirsiniz. Buz gibi suyun içinden yürümeyi göze alırsanız biri küçük biri büyük iki şahane havuz ile ödüllendirileceksiniz. Yukarıda bahsettiğim jeep safariler eğer turun ‘şelaleler’ seçenekli olanını aldıysanız yine yüzme molalı olarak bu kanyona uğruyorlar.

 


ADATEPE :  GÜZELLER GÜZELİ REFİKA’NIN KÖYÜ

 

Kaz Dağları’n da her köyün ayrı bir hikayesi, ayrı bir vizyonu var. Dantel gibi sokakları ve pırıl pırıl tarihi evleri ile Adatepe’nin de öyle… Kurtuluş Savaşı’na kadar Rumlar ve Türkler birlikte yaşamış bu köyde lakin mübadeleden sonra köy yaklaşık 1980’lere kadar atıl durumda kalmış. Köyü yeniden keşfeden bir grup gönüllü buradaki bazı evleri satın alıp, aslına uygun restore ettirmişler. Ve böylece köy için kara talihin dönüm noktası başlamış.

Köyü gezerken, köyün müthiş manzaralı bir yamaçta ama deniz manzarasını nadir gören bir şekilde kurulduğunu fark edeceksiniz. Bunun sebebi zamanında denizden gelen işgalci ve korsanlardan köyü gizlemekmiş. Yüzyıllar içinde korsan tehlikesi azalınca köy yavaş yavaş denize doğru büyümeye ve sahilde bir liman oluşumuna yönelmeye başlamış. Bu dağ köyünün sahili olarak Küçükkuyu da anca o zaman gelişmeye başlamış.

Köye geldiğinizde uğrayabileceğiniz yerlerden biri Hüseyin-Meral Zeytinevi. Burası aslında minikte bir müze. Hüseyin Bey ve Meral Hanım hem kendi zeytinyağı ve sabunlarını satıyorlar hem de geçmişten günümüze yağ sıkımında kullanılan bir çok objeyi de yine burada sergiliyorlar.

Köyün en çok ilgi çeken ve mutlaka görülmesi gereken noktası şüphesiz Taş Mektep. Taş Mektep, okul olarak 1985 yılına kadar hizmet vermiş. Sonra öğrenci azlığı sebebiyle kapatılmış ve kaderine terk edilmiş. Evleri alıp restore eden grup burayı valilikten kiralayıp restore ettirmiş. Okul günümüzde felsefeden edebiyata bir düşünce merkezi. (iki yıldır pandemi sebebiyle kapalı olduğunu ve sadece bahçesinin gezilebildiğini belirtmek isterim.)

Adatepe’ye geldiğinizde Arnavut kaldırımlı sokaklarında keyifle yürüyüp, restore edilmiş şahane evlerini gördükten sonra köy meydanında bu bölgenin hemen hemen her yerinde meşhur olan koruk ve karadut sularından içmenizi ve gözleme-mantı karışımı bir lezzet olan ‘manlama’ denemenizi öneririm.

 

ZEUS ALTARI :

 

Köye gelmeden yaklaşık bir 300 metre önce sağınızda Altar’ın girişini göreceksiniz. 2021 yılında devam eden orman yangınları sebebiyle tüm yaz kapalı kalan altarı daha önce ziyaret etmiş olduğum için temel bilgileri vermek istiyorum. Aracınızı giriş noktasına park ettikten sonra ormanın içindeki patika yoldan  800 metre kadar yürüyerek altara ulaşıyorsunuz. Burada taştan büyük bir sunak var. Mitoloji, Zeus’un Truva Savaşı’nı bu sunaktan izlediğini rivayet ediyor. Manzara nefes kesici. Bütün Edremit Körfezi Midilli Adası ile beraber ayaklarınızın altında.

Köyün bir de zeytinyağ müzesi var lakin yukarıda köyde değil. Edremit-Çanakkale yolu üzeri, Küçükkuyu’da.

 


ADATEPE ZEYTİNYAĞI MÜZESİ :

 

‘OLEA PRİMA OMNİUM ARBORUM EST’   ‘ZEYTİN, BÜTÜN AĞAÇLARIN İLKİDİR’

 

Müzenin giriş kapısında bizi güzeller güzeli Refika karşılıyor. Sadece müzenin değil, köyün de simgesi Refika.

Köyün Türk ve Rum cemaati arasında çok sevilen Refika, hem güzel hem de çok neşeli bir kızmış. Düğünlerde şarkılar söyler, çokta güzel dans edermiş. Refika’nın güzelliği ve iyilik severliği Adatepe köyünün yanı sıra çevre köylerde de dillere destan olmuş. Özellikle zeytin zamanı Refika’nın çalıştığı tarlalarda köylüler hem zeytin toplar hem de Refika’nın şarkılarını dinlermiş.

1.Dünya Savaşı’na kadar iki cemaat Adatepe köyünde barış içinde birlikte yaşamış. Ancak savaş tüm Anadolu da olduğu gibi Adatepe köyüne de felaketler getirmiş. Savaşla birlikte köyün Türk ve Rum cemaatleri arasında çatışmalar baş göstermiş. Tüm bu kargaşaya rağmen Refika yine de Türkler arasında sevilmeye devam etmiş ancak ne var ki savaş sonunda Türk ve Yunan hükümetleri arasındaki antlaşma sonucunda Refika da diğer Rumlarla birlikte köyü terk etmek zorunda kalmış.

Refika’nın köyden ayrılışı Türkler arasında büyük bir üzüntüye yol açmış. O gittikten sonra bile O’nun adına türküler yakılmış ve her fırsatta, özellikle düğünlerde o’nun türküsü okunup, O’nun adına danslar edilirmiş. Bu gelenek Adatepe köyünde hala devam etmekte. Bir gün olurda müzeyi ziyaret ederseniz, fonda O’nun adına yakılan türkü çalıyor olacak.

İki kattan oluşan müze halen aktif olarak yağ da üretiyor. Giriş katında zeytin küpleri ile başlayan yolculuk, üst katta eski dönem yağ sıkma makinelerinden, sabun yapma tekniğine kadar devam ediyor. Müzeyi haftanın her günü ücretsiz gezebilir, hediyelik eşya mağazasından alışveriş yapabilirsiniz.


 

YEŞİLYURT :  KAZ DAĞLARI’NIN EN GÜZEL KÖYÜNÜ EN SONA SAKLAMIŞ OLABİLİRİM : )

 


Eski adı ile Büyük Çetmi şimdi ki adı ile Yeşilyurt olarak bilinen köy, eski bir Rum köyü olarak bilinse de gerçekler biraz farklı. İstanbul’un fethinde ki katkılarından dolayı Fatih Sultan Mehmet, Türkmenlere bu köy ile birlikte birçok köyü de hediye etmiş. Onlarda yerleşik düzene geçince ev yapmaları için karşı kıyıdan Rum taş ustalarını davet etmişler. Zamanla onlarda köyün alt kısmında yaşamaya başlamış. Yeşilyurt Rumların ve Türkmenlerin bir arada mutlu yaşadığı bir yerken, Yunan işgali sonrası durumlar değişmiş. Mübadele de Rumlar gitmek zorunda kalmış. Şimdi köyün yerlileri Yörükler.

Köyün içinde ki tarihi yollardan 2000 yıl önce Romalı tüccarlar ve askerler geçerlermiş. Antik İyonya bölgesinin kentleri arasında ki ulaşım geçişi bu yollarmış. Sonra Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayi Milliye’ye erzak ve cephane taşınmış buralardan…

Aynen Adatepe köyünde olduğu gibi bu köyünde değişik bir konumu var. Kaz Dağları’n da yüksek bir noktada bulunduğu için sokak aralarından deniz illa göz kırpıyor size lakin aşağıdan bakıldığında köyün hiçbir evi görünmüyor. Bu da vakti zamanında yine köyü korsan saldırılarından korumak içinmiş.

Köyün öne çıkan yapıları arasında Yeşilyurt Köy Konağı, köyün camisi, şu an kullanılmayıp atıl durumda bırakılan ancak restore edilecek olsa şahane bir yapıya dönüşme garantili köy okulu ve konaklamak için ekonomik şartlar el vermese bile uğrayıp mutlaka görülmesi gereken Çetmihan Otel var. Bunun dışında köy, sanat eseri gibi boyanmış kapılarıyla meşhur. Her sokağına girmek, her bir evi görmek istiyorsunuz.




Köyün bir de müzesi var. Ufak ama çok hoş bir müze. İsmi Kariye Teknoloji Müzesi. Müze, bireysel bir koleksiyonun sergiye açılması ile oluşmuş. Arabadan telefon bugünün bilinen markalarının hikayelerini anlatıyor. Çok şaşırtıcı şeyler var mesela bugün ünlü bir çanta olan ‘Hermes’ aslında bir daktilo üreticisiymiş. (alıntıdır)

Adatepe köyü ile oldukça yakın olmalarından sebep, mimariden mutfağa çok ortak noktaları var. Gözlemenin sarımsaklı yoğurtla mantı gibi servis edilen şekli olan ‘manlama’ her iki köyünde ortak lezzeti. Tatmanız gereken bir diğer lezzet ise Çetmi Tatlısı. İçinde elma püresi, ceviz ve tahin helvası var. Kızartılıp pudra şekeri ile servis ediliyor. Türk kahvesi yanına, manlama üzerine de çok yakışıyor : )




Mutlaka denemeniz gereken bir diğer lezzet ise otlu dondurma. Kaz Dağları’na has bir kekik türü olan limon kekiği, fesleğen, reyhan, lavanta çeşitlerden sadece birkaçı.

 

Çocukluğumun geçtiği, her yaz tekrar tekrar keşfetmekten çok keyif aldığım bu rotayı dilerim sizlerde ilk fırsatta deneyimlersiniz.

Ben gezmeye ve paylaşmaya devam edeceğim.

Kalbime iyi gelen ne varsa paylaşacağım… Kalbime iyi gelen, kalbinize iyi gelsin diye…