24.03.2024

 

                                

                                 İSTANBUL’DAN TRENLE YENİ BİR ÜLKEYE YOLCULUK:  


                                                                       BULGARİSTAN


 

Herkese yeniden merhaba. Bu yazı, canı uzun tren yolculukları çekenlere gelsin. Uzun zamandır özellikle sosyal medyada Sofya Ekspresi karşınıza sık sık çıkıyor, siz de bu rotayı yapmak istiyor ama nereden nasıl başlayacağınızı bilemiyorsanız, yazıya buyrun.

 

Sofya Ekspresi nedir ?

 

İstanbul / Halkalı  - Bulgaristan / Sofya arasında sefer yapan ve uluslararası bir hat olan Sofya Ekspresi seferlerine 2017 yılında başladı. Ülkemizi Avrupa’ya bağlayan bu hat, İstanbul ve Sofya arasında her gün karşılıklı çalışıyor.

 

Neden bu hattı öneriyorum ?


 

Bu hat sizi uçak ve otel masrafından kurtarıyor. Ekonomik bir bütçe ile yeni bir ülke deneyimleme şansınız oluyor. Tren İstanbul’dan gece hareket ediyor ve sabah Sofya’ya varıyor. Sofya bir tam günde gezebileceğiniz bir şehir. Aynı akşam bu kez Sofya’dan trene binerek ertesi gün tekrar İstanbul’da oluyorsunuz. Ayrıca pek çok gezgin güzel bir planlama yaparak Sofya’yı başka ülkelere geçiş noktası olarak da kullanıyor. Çünkü buradan Avrupa’nın pek çok noktasına ucuz uçuş bulmanız mümkün.

 

Bu hattın dezavantajları var mı ?

 

Evet var. Öncelikle Bulgaristan bordo pasaporta vize istiyor. Eğer yeşil pasaportunuz yoksa bu ekspresi deneyimleyebilmek için ya Bulgar vizesi ya da Schengen vizesi almanız gerekiyor. Bulgaristan için kapıda vize uygulaması yok.

 

Bu hat için biletler online alınamıyor. Söğütlüçeşme, Sirkeci ya da Halkalı gibi uluslararası bir garın gişesinden bilet almanız gerekiyor.

 

Bilet alırken banka kartı geçmiyor. Kredi kartı ile ya da nakit ödeme yapabilirsiniz. Bilet alırken pasaport sorulmuyor ya da herhangi bir evrak istenmiyor.

 

Bu hat sadece Sofya’ya mı gidiyor ?

 

Bizim gibi gezginler turistik amaçlı kullanıyor olsa da bu aslında bir yolcu treni. Halkalı’dan başlayarak sırasıyla Çerkezköy, Alpullu, Edirne, Kapıkule, Svilengrad, Dimitrovgard, Plovdid, Pazarcık ve son olarak Sofya’ya uğruyor. Tren her gün Halkalı’dan sat 20:00 da, Sofya’dan ise 18:40 da hareket ediyor. Pasaport kontrollerinde ki yoğunluğa göre değişiyor olmakla beraber yolculuk yaklaşık 14 saat sürüyor.

 

Ne zaman bilet almalıyım ?

 

Bu geziyi planladığınız tarihten en az bir ay önce bilet almalısınız. İstanbul’dan pek çok turist de bu hattı kullanarak Avrupa’ya geçiş yaptığı için tren genellikle yoğun oluyor. Tatilinizden bir ay önce bilet bakmak işinizi kolaylaştırır.

 

Hangi vagondan bilet almalıyım ?



Trende kuşetli yani gündüz koltuk olup akşam açıldığında yatağa dönen vagon ve iki kişilik yataklı vagon var. Seçiminizi konfor ya da bütçenize göre yapabilirsiniz.

Pulman dediğimiz koltuklu vagon bu trende yok.

Kuşetli dediğimiz bölüm dört kişilik. Karşılıklı iki ranza gibi düşünebilirsiniz. Üstte karşılıklı iki yatak var. Alt kısımları da uyumak istediğimizde açıp yatak yapabiliyoruz. Böylelikle karşılıklı 2 x 2 dört kişi yatarak seyahat edebiliyor. Odalarda ısı ve ışık paneli var. Isıyı kendinize göre ayarlayabiliyorsunuz. Priz de olduğu için şarj sorunu yaşamıyoruz.

Kuşetlide seyahat etmek istiyor ancak dört kişi değiliz ve yanımıza yabancı gelmesin diyorsanız dört kişilik bilet almanız gerekiyor. Aksi takdirde yanınıza cinsiyetinize göre yolcu veriliyor.

Yataklı vagon dediğimiz kısım ise iki kişinin altlı üstlü yatabileceği bir ranzadan oluşuyor. Ranzanın karşısına valizler için bir alan yapılmış. Burayı masa olarak da kullanabilirsiniz. Yataklı vagonlarda kuşetliden farklı olarak mini buzdolabı ve lavabo var. Hem kuşetli hem de yataklı vagonda poşet içinde kişiye özel nevresim takımı veriliyor. İlk siz açıp kullanıyorsunuz.

Tuvalet tüm vagonlarda bir vagon başı bir de sonunda olmak üzere iki adet. Temizliği kullanıma bağlı olarak değişiyor. Trenin personeli Türk ve çok ilgililer. Her türlü ihtiyacınız için seve seve yardımcı oluyorlar.

 

Bilet fiyatları nasıl ?

 

( Ocak 2024 TEK YÖN fiyatlarıdır )

 

Kuşetlide kişi başı: 36.12 euro

Çift kişilik yataklıda kişi başı: 41.12 euro

Çift kişilik yataklıda tek seyahat etmek isterseniz: 71.68 euro

*** 0 – 4 YAŞ Sofya Ekspresi’nde ÜCRETSİZ seyahat ediyor. 4 – 12 yaş arasına ise bilet fiyatları üzerinden 10 euro indirim yapılıyor.

 

 


Trende restoran ya da kafe var mı ?

 

Hayır yok. Sadece yataklı olan vagonlarda mini buzdolabı içine birer küçük şişe su ve kraker bırakılıyor. Bunun dışında trende restoran ya da kafe olmadığı için ihtiyaçlarınızı yanınıza almanız gerekiyor. Ben termosa sıcak su, yanına da kahve ve çay aldım. Biz bu geziyi kalabalık bir grup olarak yaptığımız için herkes yanına zaten bir şeyler hazırlamıştı. Bu yüzden neredeyse sabaha kadar yiyip içerek gittik diyebilirim : )

 

Sınır geçişi ve pasaport kontrolleri ne kadar sürdü ?


 


Trene ilk bindiğimizde önce biletler toplandı. Tren personeli tarafından bize verilen bir formada liste halinde pasaport numaralarımızı yazdık. Tren 01:50 de Kapıkule Sınır Kapısı’ndaydı. Burada pasaport kontrol için trenden indik. İşlemler yaklaşık 40 dk sürdü. Tren hareket ettikten bir yarım saat sonrada Bulgar kontrol noktasına geldik. Bu kez trenden inmedik. Pasaportlar trende kontrol edildi. Sabah saat 10:00 da Sofya’ya ulaştık. Dönüşte de aynı prosedür tekrarlandı. Bulgar sınırında pasaport kontrolü trende yapılırken, Türk tarafında trenden inmemiz istendi. Bu hem gidiş hem dönüşte bu şekilde oldu.

 

Seyahatimiz kaç gün sürdü ?

 

Biz grup olarak bu geziyi sadece tren yolculuğu üzerine kurduk. Sofya küçük bir şehir olduğu için zaten bir tam gün de gezebilmek oldukça mümkün. Bu yüzden konaklama yapmadık. Cuma İstanbul’dan yola çıktık ve Cumartesi sabah Sofya’ya vardık. Akşama kadar bu güzel şehri gezdik. Cumartesi akşamı bu kez Sofya’dan trene bindik ve Pazar sabah İstanbul’daydık. Doya doya tren yolculuğu yaptığımız, çoluk çocuk çok eğlendiğimiz, düşük maliyet ile yeni bir ülke gördüğümüz bir rota oldu bizler için.

 

Sofya’da nereleri gezelim ?


 

1.       Aslanlı Köprü

2.       Aleksandr Nevski Katedrali

3.       Azize Sofya Kilisesi ve Meçhul Asker Anıtı

4.       Sveti Nikolay Mirlikyski Rus Kilisesi


5.       Ivan Vazov Ulusal Tiyatrosu

6.       Serdika Kalıntıları

7.       Rotunda Kilisesi

8.       Aziz Nedelya Kilisesi

       Banyabaşı Cami


10   Merkezi Mineral Banyoları

11  Vitosha Caddesi

12 Bulgaristan Parlamento Binası

13   Azize Sofya Anıtı

14 Parklar : Sofya’da gezilebilecek pek çok güzel park var. Termosa çay kahve alıp keyif yapmalık gerçekten.

 

Sofya’da ulaşım nasıl ve biz nasıl bir rota çizdik ?


 


İstasyondan 20 dk’lık bir yürüyüş ile şehrin kalbine ulaşmak mümkün. Dilerseniz metro ile de üç durak ama biliyorsunuz ki bir şehir en iyi yürüyerek gezilir.

 İstasyondan merkeze yürürken Aslanlı Köprü’den geçtik. Köprü üzerinde dört aslan heykeli var. Bu köprü Sofya’nın simgesi adeta. Köprü, Çek mimar Prosek tarafından 1891’de şehrin doğu sınırını belirlemek için yapılmış.

İlk durağımız Banyabaşı Camii oluyor. 1576’da yapılan cami Mimar Sinan’ın Balkanlar’da ki en eski eserlerinden biri. Tek kubbesi olan bu cami mutlaka görülmeli.

Camiden devam ettiğinizde karşınıza termal çeşmeler çıkacak. Cami de zaten termal suların üzerine kurulmuş. ‘banya bashi’ Bulgarca bir kelime ve çok sayıda banyo anlamına geliyor. Camide adını bu termal su kaynağı ve çeşmelerden alıyor. İnsanların bu çeşmelerden 5 litrelik petler ile sular aldıklarına tanık olacaksınız. Suyun pek çok hastalığa iyi geldiğine inanılıyor.

Sonra ki durağımız Sofya’nın bir diğer simgesi olan Aleksander Nevsky Katedrali. Neo – Bizans mimarideki yapı Balkanlar’ın en büyük dini yapılarından biriymiş. İçeride fotoğraf çekmek isterseniz ücretli. Kilise girişleri ise ücretsiz.

Sofya’da pek çok park olduğundan bahsetmiştim. Onlardan biri olan Kristal Parktayız. Parkın ilginç bir hikayesi var: Parkın tam ortasında bir büst var. Bu büst Bulgaristan’ın Osmanlı’dan ayrılması isyanında başı çeken Stefan Stambolov’a ait. Rusya’nın kışkırtması ile ayaklanıp, bağımsızlığını ilan edeceğini sanırken aslında Rusya’nın himayesine girmek üzere olduklarını anlayınca yeniden Osmanlı himayesine dönmek isteyen Stambolov, İstanbul’a gelip padişah ile görüşür. Yeniden Osmanlı himayesine geçmek istediklerini söyler. Ancak padişah bu isteğini kabul etmez. Memleketine dönünce de bir isyanda başına nacakla vurulup öldürülür.

Parktan Vitosha Caddesi’ne doğru devam ediyoruz. Buraya Sofya’nın merkezi diyebiliriz. Şık restoranlar ve mağazalar bu cadde üzerinde.



Son durağımız Serdika Kalıntıları. Burası Bulgaristan’ın antik kentlerinden Serdikanın kilise ve kent kalıntılarının olduğu yer. Kentin

 kalıntıları metro inşaatı sırasında bulunmuş. Kazılar hala devam ediyor. Kalıntıları ise yol boyunca görmek mümkün.

 

ÖZETLEYECEK OLURSAM:

 

1.       Bulgaristan, Bulgar ya da Schengen vizesi istiyor

2.       Bulgaristan ile aramızda bir saat fark var

3.       Para birimleri Leva. Bazı yerlerde kredi kartı kullanırken sorun yaşadık bu yüzden üzerinizde bir miktar da olsa Leva bulundurun

4.       Parlamento Meydanı dışında hiçbir yerde şehir wifi yı yok

5.       Sofya için bir tam gün yeterli. Her yer birbirine yürüme mesafesinde.

 

 Peki Sofya’dan nerelere tren var ?

 Sofya’dan Bükreş’e, Atina, Budapeşte, Viyana, Moskova, Münih, Paris, Brüksel, Amsterdam, İspanya ve Portekiz’e tren var. Bilet satışları Sofya garda yapılıyor. Bunun dışında pek çok ülkeye ucuz uçak bileti de bulunabiliyor.

 Ben tren yolculuklarını, manzaralarını çok seviyorum. Evet, yol uzun sürüyor ve herkese göre olmayabiliyor ama bence bu tamamen bir istek meselesi. Siz tren yolculuğu için ne düşünüyorsunuz ?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

25.08.2023

Yunanistan'a uzak, bize yakın: MEİS ADASI

 


Yunan adalarının pek çoğuna gittim. Ama burnumun dibindeki en sona kalmış hayret ! Bu yazıda Türkiye’ye en yakın ikinci, Yunan ana karaya ise en uzak olan adaya yani Meis’e davetlisiniz. Hadi gelin bu minik adayı beraber gezelim.

 

Dünya Savaşı sırasında Fransızların eline geçen ada, Lozan Antlaşması ile İtalya’ya veriliyor. 2. Dünya Savaşı sonrasında ise On İki Ada’yla birlikte Yunanistan’a bırakılıyor. Topraklarımıza sadece 2 km mesafede bulunan bu güzel adayı kaybetme hikayemiz işte kısaca böyle…

 


Adaya biz Meis diyoruz. Yunanlılar Megisti, Avrupalılar ise Kastellorizo diyor yani Türkçesi Kızıl Hisar. Meis’te indiğimiz limanın olduğu yerin adı ise Megisti. Biz hepsine toptan Meis adası diyoruz. Bu kural hiçbir Yuna adasında şaşmıyor. Mesela Midilli’de indiğimiz limanın adı aslında ama biz tüm adaya Midilli demeyi tercih ediyoruz.

 


Gelelim adaya ulaşıma: Meis’e geçmek için Kaş’a gelmeniz gerekiyor. Ada feribot yolculuğu ile Kaş’a yaklaşık 20 dakikalık mesafede. Buraya geçen iki firma var. Biz liman vergisi almadığı için daha uygun fiyatlı olan Meis Ferry Lines’ı tercih ediyoruz. Gidiş dönüş biletimiz Ağustos 2023 tarihi için 33 Euro. Kesinlikle doğru tercih çünkü limana ilk biz varıyor ve pasaport kontrolünden de hızlıca geçiyoruz. Günübirlik gelinen adalarda bu önemli bir detay oluyor. Firmanın her gün sabah 09:30 Meis’e geçen ve oradan 16:00 da dönen feribotları var. Adada konaklayacaksınız biletinizi dönüş günü gösteriyorsunuz. Meis minik bir ada ve seçenek az olduğu için konaklama fiyatları oldukça yüksek. Bu yüzden burada değil Kaş’ta konaklamanızı öneririm. (Nerede kalalım derseniz Kaş Yarımadada bulunan Gümüş Peninsula otel tavsiyemdir. Hem Kaş’ın kalabalığından uzak, hem merkeze ve en gözde plajlara yakın.) Bu arada adaya geçişinizi Çarşamba ya da Cumartesi günlerine denk getirirseniz Meis Ferry Lines’ın 17:30 ve 23:00 seferleri de var. Biz Cumartesi gidip son saatte olan feribot ile döndüğümüz için rahat rahat yüzüp, gezip, akşam yemeği yiyebildik.

 

Meis bir Yunan adası ve Schengen bölgesi. Bu yüzden adaya geçerken hali hazırda bir vizeniz ya da yeşil pasaportunuz yok ise vize almanız gerekiyor. Pandemi sürecinde kaldırılan kapı vizesi uygulaması geri gelmediği için maalesef bu şekilde geçme şansınızda yok. Yurt dışı çıkış harç pulu da almanız gerekiyor. Minicik bir adaya geçiyorsunuz ama kocaman prosedürlere uymak zorundasınız.

 


Adaya ayak bastığınızda solunuzda bir cami göreceksiniz. Osmanlılar döneminden kalan yapı cami olarak değil ama müze olarak kullanılıyor. Hemen önü Faros Kafe. Burayı aklınızda tutun çünkü günün ilerleyen saatlerinde buradan ücretsiz denize girip nasıl duş alacağınızı anlatacağım : ) Ve adada günün kalanını tuzlu tuzlu gezmemek adına bu hayat kurtaran bir bilgi olacak.

 


Her biri biblo gibi olan evlerden oluşan çok şirin bir ada burası. Sahil boyunca deniz kenarında kafe ve restoranlar uzayıp gidecek. Mekanların arka fonunu ise işte birbirinden güzel rengarenk bu evler oluşturacak. Her birinin önünde durup fotoğraf çektirmek isteyeceksiniz.

 

Biraz mekanlardan bahsedelim. Kahvaltı için en güzel konumda olanlar Meltemi ve Stratos kafeler. Biz Stratos’u deneyimledik. Kahvaltınızı yaparken gözünüz denizde olsun çünkü yanınızdan her an kocaman bir su kaplumbağası geçebilir.

 


Kahvaltının ardından Aya Yorgi adasına geçmek için tekne bakmaya başlıyoruz. Bu minik tekneleri deniz taksi gibi düşünebilirsiniz. Kafe ve restoranların önünden sürekli git gel yapıyorlar. Fiyatta anlaşır belki indirim yaptırırız dedik ama hepsi aynı fiyatı verdi. Eğer sadece Aya Yorgi adacığına geçecek ve burada denize girecekseniz 5 euro. Mavi Mağara’ya da gitmek isterseniz kişi başı 15 euro ödemeniz gerekiyor. Mavi Mağara gerçekten adının hakkını veren bir yer. Bu mağarayı gördüğüm diğer mavi mağaralardan ayıran bir özelliği var. Hava bozduğunda ve sular yükseldiğinde mağara girişi kapanıyor ve giremiyorsunuz. Zaten giriş açık olduğu zamanda teknenin içine yatarak geçmeniz gerekiyor. Minicik bi giriş ve oturmanız demek başınızı mağara girişine çarpmanız demek. Sıra dışı bir deneyim, inanılmaz bir mavi ve mağarada yüzme keyfi… ‘ Sırf bunun için bile gelinir ‘ der gören her gezgin : )

 

Mağaraya o gördüğünüz minicik delikten giriyoruz


Mağaraya o günün hava şartlarına bağlı olarak girip giremeyeceğinize ya da gün içinde ne zaman gidebileceğinize kaptan karar veriyor. Eğer girebilme şansınız hiç yoksa sadece 5 euro ödeyip Aya Yorgi’ye geliyor ve buradaki plajdan denize giriyorsunuz. Suyun alçalması durumunda kaptan gelip sizi plajdan mağara için alıyor işte o zaman fiyat 15 euro oluyor bu detayı atlamayın.

 




Aya Yorgi adasında Saint George isimli bir plaj var. Plaj adını burada bulunan kiliseden alıyor. Evet evet yanlış okumadınız baya bildiğiniz kilisenin avlusundan denize giriyorsunuz. Kiliseyi plaj kıyafeti ile ziyaret etmemenizi rica etmişler hepsi bu.

 

Bu plajda bir işletme var. Dilerseniz ücret ödeyip şemsiye şezlong kiralayabilirsiniz ya da bir kenara havlunuzu serip güneşlenebilirsiniz. Şemsiye şezlong tüm gün kişi başı 6 euro. Su pırıl pırıl. İşletmede yeme içme şansınız var. Fiyatlar ise ada merkezine göre daha uygun. İşletmecisi hanımefendi ise adanın tek Türk gelini. Yıllar önce Kaş’tan buraya gelin gelmiş.

 


Hava şartları ya da suyun yükselmesi engel olmazsa ilk Mavi Mağara’ya gidip dönüşte plajda vakit geçirmek mantıklı çünkü plajdan ayrılırken burada duş alma şansınız olacak. Ama önce plaja gelir dönüşte mağaradan Meis’e dönerseniz maalesef tuzlu kalıyorsunuz. Gece 23 feribotuna kadar tuzlu kalmak istemezseniz de yukarıda bahsettiğim Faros Kafe’den denize ücretsiz girip, duşundan da yararlanabilirsiniz.

 


Mağara deneyimi ve plaj molasının ardından ada merkezine geri dönüyoruz. Sıcaklık biraz daha azaldığı için gezmek ve fotoğraf çekmek artık daha keyifli. Gezmeye başlamadan önce fiyatlara bakıyor ve karar verdiğimiz Athina Restoran için rezervasyon yaptırıyoruz. Adanın diğer popüler restoranları: Billy’s, Lazaraki ve Alexandra. Fiyatlar restoranlar arasında sadece 1-2 euro oynuyor. Ama bu 1-2 euro bizler için önemli. Siz de rezervasyon yaptırmadan önce menülerini kontrol edebilirsiniz. Hepsinin girişinde ya da masasında örnek bir menü mutlaka var. Kalite ve lezzet olarak ise hepsi aynı. Her şey denizden o gün çıkma tazecik. Bu arada Yunanistan genelinde porsiyonlar çok büyük. Bu yüzden sipariş verirken ve masayı çeşitlendirirken bunu mutlaka göz önünde bulundurun.

 


Adanın pastel renkli evleri, gün batımında en güzel renge bürünen sokakları ve kilisesi ile onlarca fotoğraf çekiyoruz. Adada inanılmaz güzel bir ışık var. Fotoğraf çekmek için ideal. Zaten Meis senenin 320 günü güneş görüyormuş. Denizin mavi yeşil rengi gün batımında daha da güzel.

 


Adadaki evlerden biri diğerlerinde sıyrılıyor. Daha bir görkemli. Daha bir ilgi çekici. Adayı ziyaret etme şansınız olursa ne demek istediğimi anlayacaksınız. Şu an otel olan bu yapı, Meis adasının dünyaca ünlü olmasını sağlayan 1991 yapımlı Mediterraneo isimli filme ev sahipliği yapmış.

 


Ada gezimizi tamamlayıp, akşam yemeği için restorana geliyoruz. Yediğimiz her şeyden büyük keyif alıyoruz. 23’deki vapurumuzdan önce hem kontroller hem de minik duty free ziyareti için kalkıştan bir saat önce limanda oluyoruz. Duty Free gerçekten dünya üzerinde görebileceğiniz en küçük şube olabilir : )

 


Bu güzel geziyi benim harcama detayım ile özetleyelim:

·         Feribot gidiş dönüş 33 euro

·         Kahve 3 euro

·         Yemek 20 euro

·         Hediyelik 2 euro

·         Tekne turu 15 euro

·         Pırıl pırıl plajlar ücretsiz : )

 


Ve son olarak ekleyelim: MEİS’E GİTMİŞKEN YAPMADAN DÖNME:

·         Megisti Limanı’nda gezin

·         Ara sokakların ve güzel mimarinin tadını çıkarın

·         Frappe için

·         Bizdeki tavuk dürüme çok benzeyen ama benim daha lezzetli bulduğum ‘gyros’ yiyin

·         Aya Yorgi Adası’ndaki Saint George Plajı’nda yüzün, kiliseyi ziyaret edin

·         Mavi Mağara’yı görmeden, cam mavisi sularında yüzmeden dönmeyin.

·         Eğer vaktiniz varsa nefes kesen Meis manzarası ile kaleye çıkan yolda yürüyün

·         Adaya Kızıl Hisar denmesine sebep olan kaleden adanın manzarasının tadını çıkarın

·         Adadaki Likya mezarını görün. Bu mezar Avrupa’nın tek Likya mezarı sayılıyor unutmayın

·         Adaya has kabak kızartması, bebek karides, mürekkep balığı ve beyaz şarap ile akşam yemeğinizi taçlandırın.

 

 

 

·          


 

 

 

 

 

 

 

21.08.2023

HAKKARİ VE SAT BUZUL GÖLLERİ FESTİVALİ

 


Uzun zamandır listemde olan bir rotaya daha tik atıyorum. Yıllardır pek çok farklı sebep ile gitmekten kaçındığım ama hep çok merak ettiğim Hakkari’yi görmek bu yaza kısmetmiş…



 

TÜRKİYE’DE 20 BİN YAŞINDA BUZUL OLDUĞUNU BİLİYOR MUYDUNUZ ?

 

Evet yanlış okumadınız Hakkari, Cilo Buzulları tam 20 bin yaşında. Ve bu buzullar ile birlikte oluşturdukları buzul gölleri yeni rota için beni kamçılayan en büyük sebep.

 

HAKKARİ DİYİNCE PEK ÇOĞUMUZUN AKLINA TAKILAN O SORU : GÜVENLİK

 

Gitmeyi kafama koyup bu fikri arkadaşlarım ve ailem ile paylaştığımda hepsi ‘deli’ olduğumu düşündü. En büyük kaygıları güvenlikti ve tek başıma, gitmemi kabul edemiyorlardı. Elbette kendilerince hepsi haklıydı ama benim de bildiğim bir şey vardı ki o da son yıllarda bölgenin birkaç yıldır yapılan Sat Buzul Gölleri Festivali ile güvenli bir şekilde turizme açıldığıydı. Özellikle sosyal medya üzerinden yapılan festival paylaşımları, bölgede yaşayan ve oralı olan arkadaşlarımın misafirperverliği ile harika bir rota oldu hadi gelin anlatayım…

 




Öncelikle bu gezide bana iki arkadaşım daha eşlik etti. Bu hem daha güvende hissetmemi sağladı hem de araç kiralama ve yakıt masraflarının bölünmesi ile bütçemi kolaylaştırdı. Hakkari’ye tur yapan pek çok farklı firma ile beraber size bölgede alan rehberliği ile gezdiren Instagram hesapları da var ki biz 2. yi tercih ettik. Sosyal medya üzerinden Ahmet Bey’e ulaştık. Kendisi zaten oralı. Tüm bölgeye hakim. Üstelik evini kendisi ile beraber gezenlere ücretsiz açıyor. ( Bu uygulamaya ‘couchsurfing ‘ yani kanepe sörfü deniyor. Dünyanın her yerinde bu sisteme üye olan yerellerin evinde ÜCRETSİZ konaklayabildiğiniz gibi, siz de onları kendi evinizde ağırlayabiliyorsunuz. Elbette sistemin kendi içinde işleyiş kuralları var. Sizi ağırlayacak kişide, siz de her türlü konaklama kriterini sisteme giriyorsunuz. Sizi seçecek ya da sizin kalmak için seçeceğiniz kişi bu kriterleri göz önünde bulunduruyor. Ahmet Bey’de tam olarak bu sisteme üye yerel rehberlerden. Yani özetle konaklamaya para vermiyor kanepe sörfü yani couchsurf yapıyoruz. )

 


*** Kendisi ile irtibata geçmek isterseniz Ahmet Bey’in Instagram hesabını buraya bırakıyorum: guldal_ahmet ( Mavi tişörtlü olan beyefendi rehberimiz Ahmet Bey )

 

Gezimizi 4 gün olarak planlıyoruz.

 

 BİRİNCİ GÜN ROTAMIZ:

 

Devrimci Gençlik Köprüsü

·         Devrimci Gençlik Köprüsü: Boğaz Köprüsü’nün yapımı gündemdeyken bu projeye ‘hayır‘ diyen gençler bölgelerarası eşitsizliği vurgulayan bir eylem etrafında toplanır ve ‘Boğaz’a değil Zap’a köprü ‘ fikri etrafında birleşirler. Ülkenin, Güneydoğu’nun sorunları dururken bu kadar büyük bir kaynak sadece İstanbul için israf edilemez diye düşünürler. Bir yanda o günlerde aya giden insanların, diğer yanda ülkemizin uzak bir köşesinde deli gibi akan Zap nedeniyle karşıya geçemeyen, suya kapılıp ölen insanların olması da etkileyici olur. Yıllarca yöre insanının 68’in simge adı Deniz Gezmiş ile özdeşleştirerek Deniz’lerin Köprüsü dediği Devrimci Gençlik Köprüsü geri kalmışlığa karşı isyanın, dayanışmanın, kardeşliğin sembolüdür.

 

( Mesut Kara’nın yazısından alıntıdır. )

 

 

·         Zap Suyu

 


·         Ure Şelalesi

 

 

·         Şine Dağı

 

·         Kaval Vadisi ve Şelalesi:  Burası günün en uzun süresini geçirdiğimiz yer oluyor. Hem Kaval Şelalesi’nin soğuk sularında yüzüyor hem de piknik yapıyoruz. Taze lavaş ekmeğimiz, otlu peynirimiz ve semaverde çayımız var. Bölgeye has otlu peynirde bu bölgenin dağlarında yetişen siyabo ve sirk otları var. Lavaş ekmek, köy domates ve biberi ile ziyafet çekiyoruz. Sıcacık kaçak çay şelalenin buz gibi suyunun üzerine nasıl da güzel gidiyor.

 

 

Otlu Peynir

Kaval Şelalesi

*** Bölgeyi gezerken Instagram hikayelerde paylaşım yaptıkça en çok gelen soru: ‘Bölge güvenli mi ?’ olmuştu. Öyle görünüyor. Yol boyunca rutin asker ve polis kontrollerinden geçiyoruz. Bu kontroller sizi germesin. Bölge gereği olması gereken kimi zaman kimlik kontrolu kimi zaman bagaj kontrolü olan güvenlik noktaları bunlar. Yol boyunca pek çok yerde olduğu gibi yeni yeni turizme açılan noktalarda da var. Zaten bazı yerlere izinsiz girilmiyor. 2. Gün rotamız olan Cennet Cehennem de özel izinli yerlerden biri.

 

Güvenlik kontrol noktalarından biri

İKİNCİ GÜN ROTAMIZ:

 

·         Cennet Cehennem

 

Koçerler

Cennet Cehennem’e giriş yapar yapmaz bizi koçerler karşılıyor. Bu bölgede göçebeye koçer deniyor. Genelde Batman ve çevre illerden geliyorlar. Yazın üç ay hayvanlarını burada otlatıyorlar. Peynirlerini yapıyorlar. Bizi de yayık ayranı ile harika ağırladılar.

 

Tam da şu manzaraya karşı kahvaltı yaptık desem ?

Cennet Cehennem Vadisi adını, Cilo’nun sarp uzantılarına tezat çiçek dolu patikalardan ve dört mevsim buz gibi akan suyundan alıyor. Hedefimiz buzul göletine ulaşmak. Arabayı bıraktığımız noktadan itibaren git gel bu parkur 12 km. Yola düşmeden önce buz gibi suyun kenarında Cilo Buzullarına karşı nefis bir kahvaltı yapıyoruz. Menümüzün olmazsa olmazı hep otlu peynir.

 

Buraların mevsimi bence Haziran. Doğanın en güzel olduğu, suların en çoşkun aktığı ve henüz buzulların erimediği zaman.

 

Buzullara yürüyüş başlıyor

*** 12 km’lik bu parkuru yürürken biraz giyimden bahsetmek istiyorum. Vadinin parkuru uzun ve yer yer zorlu. Out door bir ayakkabı tercih edilebilir. Ben spor ayakkabı ile yürüdüm ama ayak burkulma ihtimali yüksek belirtmek isterim. Yürüyüş batonu hayat kurtarıcı. Ahmet Bey’de vardı biz onunkileri kullandık ve çok işimize yaradı. Islanmaya karşı yedek ayakkabı şart çünkü direkt suya girmeseniz bile patika ve çim alanda buzulların erimesi sebebi ile hep ıslak. Güneşten korunmak şart. Buzuldan da yansıdığı için güneşin etkisi çok daha fazla hissediliyor. Bu yüzden güneş koruyucu, uzun kollu bir gömlek, güneş gözlüğü ve şapka yanınızda mutlaka olsun.

 

Yansımanın Güzelliği

Bizim parkurun sonu: Buzul Gölü

Unutma Beni Çiçekleri


Doğa cıvıl cıvıl 

Cennet Cehennem bu gezinin en unutulmaz rotası oluyor. 20 bin yıllık buzulların verdiği o muazzam hissi şu an hangi kelime ifade edebilir ki ? Sarp kayaların gölgesine serilmiş endemik bitkiler: kardelenler, nergisler ve unutma beni çiçekleri.  Burası dünyaya ait olamaz… Rakım 2700. Her anlamda nefesim kesiliyor…

 

Yarın Cilo’da festival var. Bu sene 5. si yapılacak. Sat Gölleri’ne karşı çadırlar kurulacak. Biz de orada olacağız. Dinlenmek üzere eve geçiyoruz.

 


3. GÜN ROTAMIZ:

 

·         Sat Buzul Gölleri ve Festival

 


Festivale bu sene ilgi büyük. Çevre illerde dahil olmak üzere biz gibi uzun süredir bölgeyi merak eden ve festivali duyan herkes gelmiş. Yol uzun, parkur zor. Araç olarak 4 x 4 tercih edilmeli. Tırmanırken dik bi yamaca denk gelip oluşan konvoy ile durmak zorunda kalırsanız tekrar kalkmanız zor. Yol bu şekilde yolda kalmış araçlar ile dolu. Aracımız 4 x 4 olmasına rağmen bu araçlar yüzünden yol kapanınca biz de yolda kalıyoruz. Zaten bir süre sonrada yukarıda yeterli park ve araç manevra yeri kalmadığı için askeriye yukarıya araçla çıkışları durduruyor. Biz de alabildiğimiz kadar eşyayı sırtlanıp yola düşüyoruz.

 




Festivale ilgi büyük. Alan gerçekten hınca hınç dolu. Bölgenin turizme açılmasını elbet destekliyorum ama bu kadar insanın yeterli olmayan çevre kontrolleri içerisinde burada kamp yapması ne kadar doğru bilemiyorum. 20 bin yıllık buzul ve göllerinden bahsediyoruz. Korumak zorundayız. Milyonlarca insan burada kamp yaparak bunu yapamayız. Ben bu bilinçte olmadığımızı düşünüyorum. Zaten biz de geceye kadar vakit geçiriyor, kamp yapmaktan vazgeçiyoruz. Hem çok soğuk hem de araç aşağıda kalınca ateş yakmak için getirdiğimiz odunlarımızı yukarıya çıkaramadık. Ayrıca bölgede neredeyse 15 bin kişi olduğu söyleniyor ve sadece 4 tuvalet var !!!

 


Şenlikte güne kahvaltıda ciğer ile başlıyoruz. Büyük mangallar yakılmış, yöresel lezzetler pişirilmiş. ‘doxave‘ tadıyoruz. Koca koca kazanlarda sarmalar var. Nefis görünüyor. Dileyen kendi mangalını yakıyor. Herkes birbirine bir şeyler ikram ediyor. Mis kokulara halay çoşkusu karışıyor.

 


Dilerseniz buzul göllerinde şişme botlarla gezebiliyorsunuz. Kano ve paddleboardu ise sadece profesyonel sporcular yapıyor. Farklı illerden gelen spor kulüpleri var. Bu sadece doğa değil aynı zamanda bir spor şenliği de. Ben de kürek sporcusu olduğumu söyleyince buzullarda kano yapıyorum. Ne eşsiz bir deneyim…

 


Sonra yürüyüşe geçiyoruz. Parkur dün Cennet Cehennem de olduğu kadar zor değil. Önce buzul göllerine yürüyoruz. Hatta girenleri görünce gaza gelip biz de yüzüyoruz. Hava rüzgarlı, su buz ama insan hayatında kaç kere buzul gölünde yüzer ki ?

 

Gökkuşağını görenler el kaldırsın

Doğa inanılmaz. Adım başı fotoğraf çekmek için duruyoruz. Gözümüzün gördüğüne ne son model telefonlarımız yetiyor ne de drone. Göllerden sonra şelaleye ulaşıyoruz. İçinden gökkuşağı geçiyor.

 

Yürüyüş rotamızı tamamlayıp kamp alanına dönüyoruz. Kalmaktan vazgeçtiğimiz için toparlanıp yola koyuluyoruz. Doğru karar verdiğimizi düşünüyorum. Hava iyice soğudu ve tuvaletler kullanılamayacak kadar kirli.

 

4. GÜN ROTAMIZ:

 

Nehri

·         Nehri: Şemdinli’nin su kenarında, ceviz ağaçları altında, alabalık restoranları ile meşhur köyü. Burada nefis soslu alabalık yapıyorlar. Bildiğimiz alabalıklardan çok farklı. Gelirseniz rotanıza mutlaka ekleyin. Nehri alabalık restoranları ve Kayme Sarayı zaten birbirine çok yakın.

 

Kayme Sarayı

·         Kayme Sarayı: Kitabelerinden öğrenildiğine göre 1909 – 1911 yıllarında yaptırılmış. Kitabelerde isim geçmemekle beraber Seyit Ubeydullah’ın oğlu Seyit Muhammed Sıddık tarafından yaptırıldığı sanılıyor. Hakkında çok fazla bilgi edinemediğim saray, yakın zamanda restorasyon görmüş.

 

 

·         Şemdinli ve

 


·         Yüksekova da düğün: Geziyi bir düğüne katılarak bitiriyoruz. Aklım hanımların taktığı altın kemerlerde kalıyor. Bazıları sahte olsa da çoğu gerçekmiş. O kemerlerin birini bozdurup kaç ülke gezerim planları yapıyorum : )

 

İran Pasajı

Düğünden sonra günün kalanını Yüksekova da geçiriyoruz. Alışveriş için İran Pasajına uğruyoruz. Burada İran’dan gelen çay, pirinç, tütün ve buralara özgü şeyler satılıyor. Fiyatlar uygun. Tütünü ve balı meşhurmuş. Ben İran pirinci alıyorum.

 

Son gün akşam yemeğimizi sokağa kurulan yol kenarı ocakbaşıların birinde yiyoruz. Doğu ve güneydoğu gezilerinde sanırım en çok bu kültürü seviyorum.

 

Uçağımız yarın sabah. Hakkari’den çok güzel anılarla ayrılıyorum. Sohbet etmek için yanımıza gelen, çay ikram eden, yardıma hazır güzel insanlar kalıyor aklımda. Buraya dışarıdan gelenler ‘batılı‘  bizim için onların ‘doğulu‘ olması gibi. Aynı ülkede kime ve neye göre ? Sarp dağlar, dar yollar… En düz yeri Yüksekova. Rakım 2000. Hayat zor, doğa nefes kesici. Coğrafya kader mi gerçekten ?

 

 

Yüksekova